Oslo'ya bir öğle üzeri inip, şehir merkezindeki otelimize diğer medeni şehirlerde olduğu gibi tren ile ulaşıyoruz. Havaalanından şehir merkezine, biri lüks (FlytoGet) biri "kamu işletmesi" (Vy) iki tren var ki, lüksünü göremediğimiz için Vy de bize lüks geldi. Vy'nin uygulamasından tarifeleri indirmeniz ve bilet satın almanız mümkün. Bu şekilde kent merkezine 20-25 dakikada ulaşıyorsunuz ki, zamanı kısıtlı olanlar için bir nimet.
Bütünleşik Mimari ve Gemiler - Aker Brygge |
Fiyordlara seyahatimizin ilk durağı kendisi de bir fiyordun kıyısında kurulu olan Oslo, Norveç'in sert kuzeyli havasına ve çılgın fiyatlarına alışmak açısından uygun bir uğrak oldu. Bazı cruise seyahatlerinin başlama ve bitiş noktası oluşu ile ciddi bir deniz trafiğine maruz kalan kent, bu sorunu fiyordla bütünleşik modern mimari anlayışı ile çözmüş. Bu bütünleşik mimari, 25-30 katlı apartman yüksekliğindeki cruise gemilerinin şehrin siluetine olan etkisini bir ölçüde hafifletiyor; gemiler ile kent birleşiyor, mekanik bir estetiğe bürünüyor. Bu mimari kombinasyonu içinize çekeceğiniz en güzel noktalardan birisi Aker Brygge (Aker Köprüsü). Sanayi devriminin tersanelerinin yer aldığı bölge, 1980'lerden sonra alışveriş ve yeme-içme merkezine dönüştürülmüş; fabrika binalarının tuğlaları, modern mimarinin çelik, ahşap ve cam elemanları ile iç içe geçmiş, modern ama sıcak bir doku oluşturabilmiş. Kıyı promenadı, güzel günlerde şehrin ışıltısını denizle buluşturacak şekilde düzenlenmiş.
Norveç ordusu teyakkuzda |
Oslo'da modern sanat ile bulaşabileceğiniz gerçekten pek çok nokta var. Ama hiç şüphesiz en önemlisi Munch Müzesi. Norveç'in dünya sanatına en görkemli katkısı olarak adlandırabiliriz, Edvard Munch'ü (1863-1944). Müzede kendisine ait yaklaşık 1200 eser sergileniyor ki, bu tüm eserlerinin ancak yarısı demek. Müze için önceden bilet almanız önemli. Şansımız yaver gidiyor ve bilet almaya çalışırken Çarşamba akşamı (orada olacağımız tek gün) halk günü olduğundan ücretsiz ziyaret edebileceğimizi öğreniyoruz, tabii rezervasyon yaparak. Norveç'in kişi başına 89.000 Doları bulan milli gelirine bu noktada katkımız olmadığı için üzgün, müzeyi görebildiğimiz içinse bahtiyarız.
Soldan sağa, The Sun, The Researchers, The Human Mountain |
Munch Müzesi'nde -Çığlık dışında- dikkatimi çeken diğer eserler arasında, The Sun (Güneş), The Researchers (Araştırmacılar) ve The Human Mountain'ı (İnsan Dağı) sayabilirim. Hangi boyutta tablolardan bahsettiğim anlaşılsın diye yukarıya sergilendikleri holün genel görünüşünü de koydum.
Aydınlanma hareketini temsilen, bir vadinin içinden yüzlerini güneşe dönmüş kadın ver ekeklerin yer aldığı, The Sun (1910-11), Darwin sonrası üniversitelerdeki tutucu ve yenilikçi çevrelerin çatışmasında Munch'un tuttuğu tarafı göstermesi açısından öne çıkıyor. Yenilikçilerin baskısıyla ve dönemin ruhuna uygun olarak, üniversitelerin müfredatları evrim teorisi, deneysel bilimler ve psikolojiyi de kapsayacak şekilde genişletilmiş, bugünün refah toplumunun da temelleri atılmış. Güneşten yayılan hüzmelerin, belli bir açıdan da sanayinin çarklarına dönüştüğünü, ve güneşin tüm dünyanın merkezine oturan bir güç olarak ortaya çıktığını hissedebilirsiniz. Munch, doğa ile bütünleşik olmayan bir endüstriyel gelişmeye olan karşıtlığını her fırsatta dile getirmeye çalışmış gözüküyor.
Güneş |
The Human Mountain (1890-1920) -İnsan Dağı- da sunulduğu yarışma jürisi tarafından anında reddedilmiş rahatsız edici bir eser. Bu reddedilişin ardından ise Munch, The Sun'ı aydınlanmayı daha ümit dolu oluşuyla temsil etmesi açısından jüriye sunmuş. 1890'larda başladığı İnsan Dağı'nın yapımına, Munch, I.Dünya Savaşı'nın büyük yıkımının ardından devam etmiş. Çıplak insanların oluşturduğu o dağ, tam da bir Sümer ziguratı formunda yükseliyor. Belki de uygarlığın şafağında, geldiklerine inandıkları "dağ"ı ölümsüzleştirmek adına Sümer mimarlarının inşa ettikleri ziguratların ardından, yine uygarlığın getirdiği insanlık kıyımına bir gönderme yapmak istemiş gibi, Munch kendi gününün koşulları altında. Uygarlığı yaratan insanoğlu ile uygarlığın yokettiği aynı insanoğlu tek tablo içinde sembolleşmiş. Güneş ise nazlı yüzünü puslu dağın (ziguratın) ardından zorla göstermeye çalışır gibi. Savaşın ardından doğacak yeni ve zayıf bir umut ışığını simgelercesine.
İnsan Dağı |
Yaklaşık 50 metrekarelik alanıyla müzedeki en büyük eser olan ve II.Dünya Savaşı'nın eşiğinde yapılmış, The Researchers (1939). Kumsalda bebeğini emziren bir kadın figürünün etrafındaki fosil arayan çocuklara atfen tabloya “Araştırmacılar” adı verilmiş. Yine, aydınlanmanın, araştırma, toplama, tasnif ve sınıflandırma ile temel bağlarını temsil etmesi açısından dikkate değer. Pek az kişi, koleksiyonculuğun aydınlanmaya pozitif etkisini gündeme getirir oysa.
Araştırmacılar ya da Toprak Ana |
Tablodaki kadın figürünün bazı yorumculara göre Meryem Ana'yı temsil ettiği iddia edilse de, daha genel kanı, bunun Evrenin Anası şeklinde yorumlanması gerektiği ki, zaten zamanında gazetelerde tablo, Toprak Ana (Alma Mater) olarak da adlandırılmış.
Munch Müzesi |
Opera ve Munch Müzesi |
Munch’un gözünden endüstri devrimi |
İster doğadan, ister Munch'un kendi içinden, isterse de Catherine'nin ruhundan çıksın, o "çığlık", endüstri devrimi sonrası kendi varoluşuna yabancılaştırılan insanoğlunun çığlığı olarak bütün gücüyle karşımıza dikiliyor. O noktada perspektifin kaçış noktasında sonsuzluğa doğru uzaklaşmakta olan "insanlığa" sanki bir uyarı yapmak istiyor attığı çığlıkla, Munch. Aradan geçen yüz yılda, insanlık halen bu çığlıktan yükselen uyarıyı duymuş değil, kendi yeni ziguratlarını inşa etmekle meşgul.
Ender Şenkaya
Ocak 2023
(*) wikipedia - Stanska, Zuzanna (12 December 2016). "The Mysterious Road From Edvard Munch's The Scream". Daily Art Magazine. Retrieved 23 October 2019.