Türkiye'den Oslo'ya uçacak, oradan da Norwegian ile Bergen'e geçerek kiralayacağımız araçla Norveç Karayolları’nın hazırladığı Ulusal Turist Rotalarını takip ederek Bergen'e döneceğiz. Seyahat planlarımız son dönemde sıkça karşılaştığımız gibi sorunlarla başladı. Oslo-Bergen uçuşlarını Skyscanner üzerinden yönelendirildiğimiz Mytrip acentasından aldık. Satın alışımızın ikinci günü Norwegian ile olan uçuşumuzun Oslo-Bergen bacağının kabin bagajlarının iptal edildiği bilgisi geldi, çok önemsemedik, keşke önemseyeymişiz. Uçuşa on beş gün kadar kaldığında hem Mytrip hem de Norwegian ile önce yazışmaya, sonra görüşmeye başladık ama nafile. Biletlerimize göre Oslo'dan Bergen'e götüremediğimiz kabin bagajlarını, Bergen'den Oslo'ya getirebiliyoruz :). Norwegian konuyu Mytrip'e onlar da Norwegian'a atmak dışında çözüm üretmiyorlar; olayın absürdlüğünü anlamak isteyen de yok gibi. İşin daha kötü yanı, bilet acentadan kesildiği için havaalanında parasını ödeyerek de olsa kabin bagajı hakkı satın alamıyoruz, 30 Euro karşılığı sadece tek normal (checked-in) bagaj satın alabilidik. Yeni bir ülkede uçuş noktasında kalmayarak yolunuza başka bir vasıta ile devam edeceğiniz zaman, normal bagaj bir şekilde yolda kaybolursa işiniz yaş. Hele Norveç gibi milli gelirin 89.000 (yazı ile seksen dokuz bin) USD olduğu bir ülkede, bir haftayı sadece üzerinizde kalmış olan giysilerinizle geçirmeniz güç. Tek parça bagaj hakkı olduğundan bir haftalık seyahati, iki kişi için, içine bir de tripod'un sığdırıldığı bir kabin bagajı ile yapmak zorunda kaldık. Kabin bagajından büyük bir çanta ile gitsek bu sefer dönüş için de bagaj satın almamız gerekecek, bir kaybedilme durumunda da Türkiye uçuşumuz için arada birkaç saat kaldığından tüm bagaja ilelebet elveda diyecektik. Özünde seyahatin detaylarına harcamamız gereken kıymetli zamanı, basit bir bagaj sorununu çözmeye ayırmış olduk. Mytrip mi? Bir daha asla -never ever-.
22 Eylül - Oslo'dan Bergen’e
Kendisi de bir fiyordun kıyısında kurulu Oslo sert kuzeyli havasına ve Norveç'in çılgın fiyatlarına alışmak açısından uygun bir uğrak oldu. Oslo ve Munch’e dair izlenimlerimizi Oslo’nun Çığlığı’nda yazmıştık. Artık Norveç’in doğal güzellikleri ile buluşma vakti geldi.
Bergen havaalanında tek valizimizle buluşmayı başardık; seyahatin yarısı bitti sayılır. Aracımızı kiralama noktasından alıp fiyordlara doğru yola çıktık. Neden herkesin sık sık başına geldiği şekilde, bu araç kiralamalarında bir upgrade benim de başıma gelmez bilmiyorum. Upgrade’i geçtik, ayırttığımızın altında bir aracı ancak aldık. Europecar için kötü bir puan. Normalde Avrupa’da en ekonomik ve küçük aracı kiralamak iyidir. Ancak Norveç’in en yağışlı döneminde, kırsal bölgede çok küçük bir araçla yola düşmek istememiştim. İlk gün Bergen’e girmiyor dönüş günümüze bırakıyoruz. Yabancı bir ülkede trafiğe alışmak açısından, seyahatlere kırsal bölgelerden başlayıp şehirlere en son girmeyi tercih ederim. Yine öyle yaptım. Hardanger, Aurlandsfjellet ve Sognefjorden üzerinden geçecek rotamız beşinci günde Bergen’de son bulacak.
Hardenger Scenic Route |
Bergen’den yola çıktıktan sonra doğrudan Hardenger fiyordunun kıyısına iniyoruz ve manzara rotasına ulaşıyoruz. Bu noktada fiyordları özel kılan şeyin ne olduğuna kısaca değinmek gerekiyor. Özellikle, son buzul çağının yani 14.000 yıl kadar öncenin sonuna kadar İngiltere de dahil tüm kuzey Avrupa kalın bir buz tabakası ile kaplı idi (göremedim ama jeolojik kanıtlara inanıyorum). Isınma başlayıp buzullar kuzeye doğru çekilmeye başladığında doldurdukları vadileri de aşındırmaya başladılar. Zaten aşırı basınç altında kalan vadi kayaçlarının bir kısmı da yukarı kalkmaya başladı. Bu geri çekilme ve ardından kayaç yükselmesi, kimi zaman okyanusun zayıf bulduğu ağızlardan içeri girmeye başlamasıyla dengelendi. Geriye sadece bir yandan okyanus bir yandan buzul çekilmesiyle daha çok aşınmış vadiler ve üzerini dolduran okyanus suları kaldı. Buzul aşındırması o kadar etkiliydi ki fiyordların tabanları kimi yerlerde deniz seviyesinin 1300 metre altına kadar indi. İşte bugünün apartman yüksekliğinde cruise gemilerinin Norveç’in içlerine kadar sokulmasına izin veren derinlikler ve o koyu lacivert renk bu şekilde oluştu.
Sonbaharın ilk renkleri |
23 Eylül
Oppenheim’da sabah |
Kasvetli gecenin ardından, -henüz güneş görünmese de- ışığın olduğu sabaha uyanıyoruz. Gölün kıyısı sis altında çok güzel manzaralar sunuyor. Halen yeşil kalmayı başarmış örtü, uzun sürecek kış öncesinde uykusundan uyanmak istemezmiş gibi, acalesiz , dingin. Kaldığımız nokta bugünkü hedefimiz olan Flam’a yarım saatlik mesafede. Flam’dan pek çok kaynağa göre “dünyanın en güzel tren yolculuğu” ile Myrdal’a kadar gidip geri döneceğiz.
Flam Treni
Flam’a tren saatinden yaklaşık yarım saat önce varıyoruz. Kişibaşı 70 Avro’luk gidiş-dönüş yolculuk biletlerimizi önceden satın almıştık. Kıyıya ulaşmış bir cruise’den tren doğru kuyruk oluşmaya başlamış bile. Cruise’lerin yolcuları önceden bilet almadıklarında bu seyahati ıskalayabiliyorlar. Fotoğraf çekmek için vagonlardaki açılır kapanır giyotin tip pencerelerden birinin olduğu bir koltuğu seçiyoruz. Tünellerde pencerinin kapatılması zorunlu olduğundan bu giyotin pencereyi gireceğimiz 20 kadar tünlede sürekli açıp-kapatmak durumunda kalacağım. Kas yapmak için iyi bir antrenman fırsatı.
Flambanne |
Flam Treninden Bulutlar Ülkesi |
Tren hattı kısa bir makas bölgesi dışında tek hat. Zaten o bölgede durup, karşıdan gelen treni beklemek gerekiyor. Yolda sekiz istasyon olmasına rağmen turistik amaçla sadece birisinde duruluyor. Genelde bu istasyondaki şelaleyi izlemek için trenden inenden inen yolculara, tepenin ardından çıkan bir sopranonun güzel sesi eşlik edermiş ama nedense biz durduğumuzda bu gerçekleşmedi. Rakım yükseldikçe sonbahar renkleri de kendisini daha gösterir hale geliyor. Aşağıda kalan köprüler, yollar, küçük yerleşimlerle kendinizi bir maket tren gösterisinde hissetmeye başlıyorsunuz. Karşı yamaçlarınız da, çağlayan ülkesinin sonbaharı ile doluyor. Bu şekilde Myrdal’a geliyoruz. Tek yön yolcuların boşalttığı karşı taraftaki giyotinli pencerelerden birisinin önünde konumlanıyoruz dönüş için. Armut dönüş olmadığından tren ters istikamette gidecek ve karşı tarafı fotoğraflamak isteyenler oturdukları tarafı değiştirmeli.
Flam hattının ahşap takviyeli tünelleri |
Flam Treninden sonbahar yolu |
Flam’da trenimizle ve (bahtsız) cruise yolcuları ile vedalaştıktan sonra artık rotamızı gerçekten kaçırılmaması gereken Stegestain Viewpoint’e çevirebiliriz.
Aurlandsfjellet Scenic Route |
Flam’den, Aurlandsvangen’e ulaşıyor, yavaş ve emin adımlarla Stegastein seyir noktasına doğru tırmanmaya başlıyoruz. Sürekli 180 derece dönüşlü dar dağ yolunda, yağmur altında bulutların içine girip çıkarak yol almak hem çok keyifli hem de adrenalini yüksek bir aktivite. Yol o kadar dar ki, karşıdan gelenlerle karşılaştığınızda ya o, ya da siz arkadaki en yakın geçiş cebine geri sürüp diğerine yol vermek durumunda. Kısa süre sonra bu durumun sadece dağ yollarında değil, tüm kırsal yollarda geçerli olduğunu öğrenmiş olacağız. Stegastein’a vardığımızda deniz seviyesinden 600 metreden fazla yükselmiş ve tamamen bulutların içine girmiş durumdayız. Sis içinde bir park yeri buluyoruz. Norveç karayolları turist rotaları hazırlama programı çerçevesinde inşa edilmiş 30 metre uzunluğundaki seyir platformu, sis altında kaldığından arkamızdan gelen birkaç araç durmadan yoluna devam ediyor.
Setagstein Bulutların İçinde |
Bazı yolculuklarda sabırlı olmak gerekli, özellikle Norveç gibi havanın çok hızlı değişebildiği bölgelerde. Yol üzerinde bulduğumuz marketlerden aldığımız üçgen ya da baget sandviçler bu yolculuktaki temel besin kaynaklarımız oluyor. Aksi tadirde, bu kadar pahalı bir ülkede, yol üzerinde bulacağınız restoranlar kolayca ana harcama kaleminiz haline gelebilir; benzinci marketinden bile aldığınız sandviçler için 8-10 Euro ödemeniz gerektiğini düşünürseniz. Hazırladığımız sandviçlerle öğle yemeğimizi yerken güneş de yavaş yavaş ışıklarını üstümüze göndermeye başlıyor, karşımıza şahane bir manzara çıkıyor. 600 metre yükseklikten Aurlansvangen’e ve Aurlandsfjord’a bakarken uydu haritasına bakar gibi hissediyorsunuz.
Bulutların üzerinden Aurlandsfjord |
Stegastein’ın, Norveç’i gerçekten hissettiğimiz ilk nokta olduğunu söyleyebiliriz. Karayı sadece Flam treninden gören cruise yolcularını neden “bahtsız” olarak nitelediğimi anlatabildim umarım. Artık Flotane şelalesine doğru yola çıkma vakti geldi. Hava da açmaya başlayınca yolculuk daha eğlenceli bir hal alıyor. Yola düştükçe doğaya saygının güzel örnekleri ile karşılaşmaya devam ediyoruz. Yollar olabilecek en az genişlikte tutulmuş. Pek çok yerde karşıdan gelenleri cepler içinde bekliyorsunuz, oysa sağa sola kolaylıkla genişletilebilecek alan mevcut. Kimse şu 89.000 dolardan biraz harcayıp asfalt dökelim, onu da marifetmiş gibi sosyal medya hesabından paylaşıp vatandaşımıza büyük hizmet sunmuş gibi reklam yapalım havasına girmemiş. Asfalt-kafa vizyonsuz taşra politikacılarına buralarda pirim verilmediği anlaşılıyor. Geriye şu soru kalıyor: zengin olunca mı doğaya saygı gösteriyorsunuz, yoksa doğaya saygı gösterince mi zenginleşiyorsunuz?
Flotane |
Flotane’deki şelaleyi ziyaret edip, ilginç bir sanat eseri ile karşılaacağımız Vedahaugen’e yollanıyoruz. Kar örtüsünün bazen yaz aylarına kadar sürdüğü bu yüksek bölgeden geçen yolların doğa ile uyumu sanki bize başka bir yol daha olabileceğini fısıldıyor. Bu duyguya daha önce İzlanda ve İskoçya seyahatlerimizde de kapılmıştık. Zaten ya o yolu bulacağız ya da birkaç milyon yıl sonra bir başka tür, vaktini homo-sapiensin nasıl yokolabildiğini araştırmakla geçiriyor olacak.
Başka bir yol mümkün… |
“The Den” mimar Lars J.Berge ve sorgulayıcı yapıtlarıyla tanındığı söylenen sanatçı Mark Dion’un merak uyandırıcı ortak bir çalışması. Vadinin içinde bir savaş sığınağına girer gibi dışarıdan fark edilmeyen beton bir yapıya giriyorsunuz, ama buranın aslında bir ayı ini olarak tasarlandığı anlaşılıyor. İnde, endüstriyel çöplerin üzerinde kış uykusuna yatmış bir dolgu ayı bulunuyor. Doğaya verdiğimiz tahribatın kısa bir özeti sergilenmiş tek eser içinde. Geleceğe dair endişelerimizde yalnız olmadığımızı görmek, her nerede olursa olsun insanı biraz mutlu kılıyor.
The Den (bu kadar oldu o karanlıkta :) |
Artık ilk feribotumuza binerek Lustrafjordun karşı kıyısına geçme vakti geldi. Fodnesvegen’den Mannheller’e geçen feribota aracımızın üzerinde takılı OGS cihazı ile sorgu-sual olmadan biniyoruz. Kapılar kapandıktan sonra niye beklediğimizi merak ederken aslında çoktan hareket ettiğimizi ancak uzak tepelerin yer değiştirmeye başlamasıyla anlıyoruz. Elektrikli olan feribot nerdeyse sıfır gürültü ile sakin fiyord sularında ilerliyor. Rahat kolay alışılabilen bir şey.
Lustrafjord’da gökkuşağı |
Lustrafjord’un kıyısından bu gece konaklayacağımız Nes Gard’a giderken güneş açıyor, gökkuşağı ile karşılaşıyoruz. Zor da olsa bir market bulup akşam için biralarımızı ve tabi sandviçlerimizi temin ediyoruz yine. Genellike tesislerde yemek için bir gün önceden haber vermeniz ve içki hariç kişi başı 60-70 Euro’yu gözden çıkarmanız gerekli.
Günlerden Cuma olduğu için hem fiyatlar yüksek, hem de -mevsim sonu olmasına rağmen- haftasonlarını doğada geçirmek isteyen Norveçliler dolduruyor tesisi. Gelir gelmez de 5-6 dereceye düşen sıcaklığa rağmen önce tüp şeklinde Norveç saunasına, sonra da fiyordun soğuk sularına koşuyorlar. Kendimiz bu kadar cesur olamasak da onları izlemek ve kuzeyli adetleri ile tanışmak gerçekten eğlenceli.
Kuzeyli eğlenceleri; tüp sauna, şok kovası, fiyord |
Bu Norveç’teki en pahalı ve en manzaralı gecemiz. Balkonumuzda içkilerimizi lacivert fiyordu ve arkasındaki şelaleyi seyrederek yudumluyoruz. Ertesi gün yapacağımız aktiviteler için güç toplamalıyız.
24 Eylül
Güneşli bir sonbahar gününe uyandığımızda, hızlıca kahvaltımızı yapıp, otelden aldığımız tarifle Norveç’in en ikonik fiyord manzaralarının görüntülendiği Molden tepesine doğru yola çıkıyoruz. Evelsi akşam tamamen dolu olan otopark boşalmış. Norveçliler güzel günlerin keyfini çıkartmaya sabah erken saatlerde başlıyorlar anlaşılan.
Molden yolunda |
1118 rakımındaki Molden’e çıkmak için aracımızı yaklaşık 600 metre rakımındaki otopark alanında park ediyoruz. Buradan, çok iyi işaretlenmiş patikayı takip ederek, iki buçuk saatlik bir tırmanışla zirveye varılıyor. Patika, her yaştan yürüyüşçülerle dolu. Zirvenin işareti olan taş kuleyi geçtikten sonra 8-10 dakika kadar daha yürüdüğünüzde altınızda alabildiğine uzanan Lustrafjord manzarasına ulaşıyorsunuz. Yükseldikçe sonbaharın renkleri de daha belirginleşerek etrafınızı sarmaya başlıyor.
Zirveden Lustrafjord |
Çıkışlar, dinlenmeler, inişler dahil böyle biraktivite için en az beş saatinizi ayırmanız gerektiğini ekleyelim. Fiziksel olarak biraz hırpalanmış halde, bugünkü kalış noktamız Flatheim’a doğru yola çıkıyoruz. Bunun için yine Gaularfjellet Manzara rotasına girip, Utsikten geçişinden geçmek gerekli. Utsikten bu bölgeye gelip de görmeden dönmemeniz gereken gerçekten harika bir seyir noktası. Buraya ulaşan dağ yolu da yine sürekli 180 derece dönüşlü ve adrenalini yüksek bir rotadan geçiyor. Utsikten’e vardığımızda Norveç seyahatinin de en yüksek rakımına yani 1600 metrelere ulaşmış oluyoruz.Nerdeyse 10 metrelik konsol platformdan aşağıdaki vadiye kendinizi bırakasanız geliyor.
Utsikten’den vadiye bakış |
Sunnfjord ve Sogn arasında Gaularfjellet’ten geçen yolun planlaması, 1920’lere kadar gidiyor. Yol hizmete neredeyse tamamen insan gücü kullanılarak, 1938’de açılabilmiş. Dönemin karayolları direktörü insanın başını döndüren bu yoldan pek memnun kalmamış olsa gerek ki, durumu “iyi bir yol kötü bir yola on kere tercih edilir, kötü bir yolsa hiç yol olmamasına yüz kere” şeklinde özetlemiş. Açılışı bile kar yüzünden gerçekleştirilememiş bu yol, kış aylarında genellikle bir yöne doğru kapalı oluyor. İşte Norveç kırsalının en güzel örneklerinden Flatheim’a bu yoldan ulaşıyoruz.
Sigurd Baba’nın çiftliği |
Bir zamanlar Flatheim |
25 Eylül
Sabah erkenden kalkıp, Sigurd’un kendi çiftliğinin ürünleri ile hazırladığı kahvaltımızı yapıyoruz. Yürüyüş için bize, yakınlardaki bir şelaleden geçen Fossestien rotasını öneriyor. Öğle öncesi, güzel bir yürüyüşün ardından artık Bergen’e dönüş yolumuza girmeliyiz.
Fossestein rotası |
Fossestien patikası aslında Gaularjflett’ten Viksdalen’e uzanan, reheber gerektirmeden tamamayabileceğiniz çok iyi işaretlenmiş, 21 km uzunluğunda bir trek rotası. Nehir kıyısı boyunca uzanan rotanın iki ucu arasındaki irtifa farkı ise 500 metre. Bölge halkının hidroelektrik santrallerle mücadelesi sonrasında kamulaştırılarak genel kullanıma açık bir doğa yolu haline getirilmiş. Yolun tamamını yürümek isterseniz, karşınıza 14 kadar büyükçe şelale ile 7 adet göl çıkacak. Biz sadece 2-2.5km gidip döneceğiz zaman darlığından. Uygun mevsimde, her tür dağ çilekleri, ahududular ve trüf mantarlarının toplanabileceği bir bölge ama biz bunun için biraz geç kalmıştık. Yol boyunca özellikle karşı kıyıda Norveç’in geleneksel çiftlik hayatının örneklerini görmeniz mümkün.
Torf çatılı doğayla bütünleşik kulübeler |
Yağmur başladığı için biz 2 saat sonra -arkamızda bazı şeyler bırakarak- geri dönüp, kırsaldaki son gecemizde kalacağımız Brekke’ye doğru yollanıyoruz. Bir feribot yolculuğu sonrası, hobit evi benzeri otelimize şiddetli yağmur altında yerleştikten sonra, ki akşamüstü saat 5’i geçerken, bel çantamda pasaportumun olmadığını fark ediyorum. Günlerden artık Pazar, ve Salı günü de Oslo’dan Türkiye’ye uçuşumuz var. Norveç’te konaklama yerlerinde kimse pasaport sormadığı için en son nerede gördüğümü ve nasıl kaybettiğimi hatırlamam çok zor oluyor. Tahminen Fossestein yürüyüşünde bir molada düşürdüm. Hemen aracımıza binip gerisin geri feribota yollanıyoruz. Şiddetli yağmur altında, gece vakti tek şeritli yolların riski, Türkiye’ye dönememe riskine ağır basıyor. Feribota geldiğimizde acı gerçekle karşılaşıyoruz; karşıya geçebilsek de tekrar geri dönmek için sabahı beklemek gerekecek ilk feribot için. Gece sokakta kalmak istemeyince otele dönmeye karar veriyoruz. 50 kadar ülkeye gidip geri dönmüş birisi olarak böyle temel bir hatayı nasıl yaptığımı düşünerek uykusuz bir gece geçiriyorum.
26 Eylül, Bergen’e
Normalde bugün Brekke’de etrafı görecektik ama sabahı dar ettik. Pasaportsuz araç kullanmak bile sorun yaratabilecek bir konu. Olayı polis karakoluna haber vermemiz gerekiyor; en yakındaki karakol Bergen’de iki saat ötede. Sabaha kadar durmadan yağan yağmur altında kalmış bir pasaport, bulunsa bile ne işe yarar belirsiz; yine de havaalanına kayıp bir pasaport yerine, hasar görmüş bir pasaportla gitmenin daha avantajlı olabileceğine dair içimde bir “inanç” var. Denemeden dönmeyi içime sindiremediğimden Fossestein’a geri gidiyoruz. İki saat yolun ardından, pasaportumu tam tahmin ettiğim yerde, 18 saattir üzerine yağmur yağar halde, çamların altında buluyorum. Ardından tüm Bergen yolu boyunca sayfa-sayfa kurutma ve kurulama işi. Biraz buruşmuş olsa da, üzerindeki vizeler, giriş-çıkış damgaları sağlam gözüküyor. İnadın ve sebatın zaferi. Oslo’da havaalanından sorun olmadan çıktığımız ana kadar içimizdeki şüphe dinmiyor. Oslo’da fazladan kalmanın, yeni biletlerin, pasaport ve vize bedelleri ve bunlara harcanacak zaman yanımıza kar kalıyor.
Bergen’e vardığımızda artık neşemiz tekrar yerine gelmiş halde. Bryggen’de bir otele yerleşip kendimizi sokağa atıyoruz. Bryggen, Bergen’in içindeki eski şehir bölümü. 1927’den itibaren koruma altına alınmış ticaret ve yaşam mekanı, 1979 yılında UNESCO Dünya Mirası listesine girmiş. Deniz seviyesi altında kalan ahşap temellerin büyük bölümü çürümeye yüz tuttuğundan, 2000 yılında kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatılmış. Ev sahipleri ve Norveç hükümetinin maliyetleri ortak üstlendiği çalışmalarda, şimdiye kadar 62 evden 14’ünde restorasyon tamamlanmış, 5’inde ise devam ediyor. Evlerin altında tüccarların dükkanları ve çalışanları için konaklama alanları yer alıyor. Yapılar bir tür komünal yaşam alanı gibi düşünülmüş.
Bryggen’in Norveç’e veda ışıkları |
Son gecemizi, karşı kıyıdan Bryggen’in denizden yansıyan ışıklarını seyrederek geçiriyoruz. Pasaporttan arttırdığımız yüklü miktarın :) bir bölümünü de bir pub’da bira-hamburger eşliğinde tüketiyoruz. Son gece bu kadarını hak etmiş olmalıyız.
Ender Şenkaya
Ocak 2023