World in my Viewfinder

12 Ekim 2025 Pazar

Heidi ile Peter'in Alpleri'nde Sonbahar

Tek televizyon kanalının insanları birleştirdiği yıllarda, belli yaşın üzerindeki okurların çocukluklarının vazgeçilmez çizgi filmi Heidi'nin öyküsünün geçtiği İsviçre Alpler'ine bir yolculuk hep aklımızdaydı. Ankara'dan Basel'e direk uçuşlar başlayınca, Luzern'den Jungfrau bölgesine, oradan da Zermatt'a uzanan ve her günün, uzun doğa yürüyüşleri ile doldurulduğu bir seyahati planlama şansı doğdu. Organizasyon ve bütçe açısından zorluklarına rağmen şahit olduğumuz müthiş manzaralar, ısrarımızda çok da haksız olmadığımızı gösterdi.  


İsviçre Alpleri'nde 6 Gün (18-24 Eylül 2025)

Basel'e Pegasus'un direk uçuş kampanyası ile çok uygun fiyatlı bir bilet aldığımızda aslında dünyanın en pahalı ülkelerinden birisine gittiğimizin farkında değildik. Öyle ki, bir ara Basel'de aslında Fransa sınırları içinde kalan, ama İsviçre'ye çıkış veren Euro Airport'tan İsviçre'ye geçmek yerine, Fransa'da kalıp Alsace bölgesine geçmeyi bile düşünmedik değil. Ama içimizde kıpırdanan "bir daha ne zaman yapacağız" şeytanı buna izin vermedi; pahalı bir Alpler masalının içinde bulduk kendimizi.

İsviçre'de yolculuk yapmanın iki alternatifi var; ya bir araç kiralayıp programınızı ona göre şekillendireceksiniz ya da manzaralı trenlerle ana hatlardan köylere ulaşacaksınız. Mürren, Wengen, Gimmelwald, Zermatt gibi pek çok güzel köye araç ile giriş olmadığını hatırlatmakta fayda var. Araç kiraladığınız takdirde bu köylere yakın yerleşimlerde aracınızı bırakıp, yürüyerek, tren ya da gondola adı verilen teleferiklerle bu köylere ulaşabilirsiniz. Ulaşım kararını vermek için, yapmak ve görmek istediklerinizin, seyahat sürenize göre saatlik bir programını çıkarmanız gerekli. Manzaralı tren yolculuklarının her birinin neredeyse İsvçire-Türkiye uçak bileti fiyatı kadar bir maliyeti olduğunu hatırlatmak faydalı olur. Bu çılgın fiyatları rahatlatmak için İsviçre, tüm toplu ulaşımlarda ay boyunca geçerli "half fare" kart alternatifi sunuyor. Böylelikle yapacağınız, tüm tren, gemi ve teleferik seyahatlerinde yarı ücret ödeyebiliyorsunuz. Bu kartın ücreti kişibaşı 120 İsviçre frankı. Yani toplam yapacağınız yolculuklar ancak 240 frank tutuyorsa kendi bedelini çıkartıyor, bunun üstünde de kullanıcısına avantaj sağlıyor. Tren ve teleferik biletleri genelde gün boyu geçerli olmakla birlikte, özellikle uzun yolculuklar için SBB uygulaması üzerinden rezervasyon yapmanızda fayda olacaktır. SBB uygulaması sadece tren, teleferik vs tarifelerini vermek ve bilet satın almak için değil, haritası üzerinden tüm seyahat planlamanızı yapabilmeniz için de imkan veriyor. Aynı gün içinde farklı lokasyonları görmek ve kısa aralar vermek isterseniz her istasyonda elektronik emanet dolapları bulmanız mümkün. Aşağıdaki genel İsviçre turistik haritasında ana tren hatlarını görebilirsiniz. 

İsviçre Turistik Haritası


Biz her zaman yaptığımız gibi hareket esnekliği sağladığı için araç kiralamayı tercih ettik. Yürüyüş rotalarımızı da otoparkı olan köylerden başlatmayı tercih ettik. Araç kiralarken Euro Airport'un İsviçre çıkışındaki servis sağlayıcılarından kiralama yaptığınızdan emin olmalısınız. İsviçre otoyollarını kullanabilmeniz için aracınızda mutlaka Vignette adı verilen geçiş sistemi bulunmalı. Fransa'dan kiralama yaparsanız İsviçre'ye girmeden önce yaklaşık 40 franka internet üzerinden e-Vignette alıp aracınızın plakasını işlemelisiniz. Vignette yıllık geçerli oldğundan, ödeme yapmadan önce bu plakada zaten bir vignette yüklenmiş olup olmadığını kontrol etmelisiniz. Bu işlemleri e-sim kart ile yapacaksanız sadece İsviçre için alınan e-simlerin Basel havaalanında çalışmadıklarını, mutlaka Fransa ve İsviçre'yi içeren bir kart almanız gerektiğini hatırlatalım.

Fransız bölgesinden başlasak da seyahatimizin büyük bölümü İsviçre'nin Almanca konuşulan bölgesinde geçiyor. Karayolu ile yolculuk ettiğinizde, Fransız bölgelerinde otoyoldan çıkışlar "Sortie" olarak adlandırılıkrken, Alman bölgesine geçtiğinizi işaretlerin "Ausfahrt"a dönüşmesinden anlayabiliyorsunuz. İsviçre zaten temel olarak dört ana dilin konuşulduğu ve herbiri içişlerinde otonom olan bir kantonlar birliği. İsviçre'de karayolu kalitesi son derece yüksek ama her ne kadar adı otoyol olarak geçse de pek çok yol tek gidiş ve geliş şeritlerinden oluşuyor. Çoğunlukla saatlerce hiç sollanmadan ve sollama yapmadan yolculuk etmeniz gerekebiliyor. Bu da etrafınızdaki doyumsuz manzaraların keyfini çıkarmanıza imkan tanıyor. Zaten pek çok ülkede tek bir köprü geçişinde ödenen 40 franklık ücretin, İsviçre'de tüm otoyolları yıl boyu kullanmanıza imkan tanımasından, bu durumun nedeni anlaşılabiliyor. Tüm dünyada otoyollar genişledikçe doğa saygısının azaldığı da bir veri. Daha önce dünyanın en güzel doğasına sahip, Norveç, İskoçya, İzlanda gibi ülkelerde karayollarının sadece gidiş-geliş olmakla kalmayıp pek çok yerde tek şeride düştüğünü ve karşıdan gelen araçlara ayrılan ceplere girilerek yol verildiğine şahit olmuştuk. Yolun bir refah göstergesi olduğu doğru ama sadece inşa ve ihale edenler için; halk için değil anlaşılan.

Basel'den başlayıp, Lucern, Interlaken, Zermatt'a uzanan rotamızla, ülkenin en kuzeyinden başlayıp en güneyine uzanacağız. Sonra Montreaux üzerinden tekrar Basel'e döneceğiz. Alp büyüsünün iki ana hedefinden ilki, Bernese Alplerin'in parçası olan Jungfrau bölgesi. Bölgenin merkezi Brienzee ve Thun göllerin birleştiği noktada bulunan Interlaken. Doğal güzellikler ve aktiviteler bu merkezin çevresinde dağılıyor. Bu nedenle de bu iki gölün çevresindeki tüm yerleşimlerde konaklamak uçuk fiyatlara çıkabiliyor. Bir örnek vermek gerekirse 200 franka banyosu paylaşımlı odalarda konaklayabiliyorsunuz. Bizim yürüyüş rotalarımız Lauterbrunnen kasabası merkezli ama burada konaklamak yerine bir saat mesafedeki Kerns'de hem daha uygun bedelli hem de daha yüksek kaliteli konaklama yapmayı tercih ediyoruz. Güne Alpler manzaralı harika yollarda araç kullanarak başlamanın keyfi de, yanımıza kar olarak kalıyor. Basel'den Kerns'e doğru yol alırken de Luzer Gölü'nün (ya da Vierwaldstättersee yani 4 kantonlar) incisi Luzern (Lucerne) kentinde seyahatimize başlamış oluyoruz.

Luzern'de bir öğleden sonrası

Saat Kulesi
12.yüzyıldan itibaren kendisini kent olarak kabul ettiren Luzern, 13.yüzyıl sonunda Eski İsviçre Konfederasyonu olarak anılan Uri, Schwyz ve Unterwalden'in birleşmesinden sonra Habsburglara satılmış. 1315 yılında Konfederasyon Habsburgları yenilgiye uğrattıktan sonra 1332'de kent Eski Konfederasyonun üyesi haline gelmiş. Devam eden Habsburg savaşları sırasında büyüyen Luzern  14.yüzyılda nüfusunu otuz binin üzerine çıkarmış. Halen 80 binin biraz üzerinde kişiyi barındırıyor. Bugün görülebilen şehir savunma duvarları inşaatı, bu savaşlar sırasında 13. yüzyıla kadar gidiyor. İç ve dış olarak iki kademeli olarak inşa edilen savunma sisteminin ilk inşa edilen iç kademesinden, bugün sadece iki ünlü ahşap köprü görülebiliyor; ünlü Chapel ve Spreuer köprüleri. Dış savunma hattı ise 14 ve 15. yüzyıllarda kentin kuzeyinde Musegg tepelerine inşa edilmiş. Tepeden aldığı isimle 870m uzunluğa ulaşan Musegg duvarları bugün en önemli tarihi eserlerinden birisi. Başlangıçta 30 adet kuleden oluşan sistemden şehrin genişlemesiyle birlikte geriye kalan 13 adet gözetleme ve saat kulesi olarak kullanılan yapı halen görülebiliyor. Bunların pek çoğu turistlerin ziyaretine ücretsiz olarak açık durumda. 9 metre yüksekliğinde ve 1.5-2 metre genişliğindeki duvarın üzerindeki kulelerin yükseklikleri, 28 metreden 52 metreye kadar çıkıyor. Bunlardan 15. yüzyıla tarihlenen Saat Kulesi içinde, İsviçre saat mekanizmalarının büyük ölçekteki örneklerinden birisini görebilirsiniz. Kuleler 8:00 ile 19:00 arası ziyarete açıklar. Dar ahşap merdivenlerde yaya trafiğini bekleyecek kadar sabırlı olup en üst katlara kadar tırmanırsanız, Luzern'i ve Cenevre gölünü tepeden seyretme imkanı yakalayabilirsiniz

Musegg duvarları üstünden Luzern

Luzern'i Avrupa'nın diğer eski kent merkezlerinden ayıran en önemli iki özelliği, Reuss nehrini verev olarak geçen ahşap köprüleri ve binaları süsleyen dekoratif çizimler. Chapel köprüsüne eşlik eden su kulesinin inşa tarihi, köprüden daha eskiye 13. yüzyıla uzanıyor. 34 metre yüksekliğindeki sekizgen kule, su deposu olarak kullanılmasının yanısıra, savunma amacıyla gözetleme kulesi görevi de görmüş.  Sonraları kentin arşivlerinin saklanması için kullanılan, İsviçre'nin bu en çok fotoğraflanan yapısını izleyen ziyaretçilerin pek azı, bu güzelliğin zindana ve işkencehaneye dönüştüğünün farkında olsa gerekler. Bugün çiçek cümbüşü ile sarılmış olsa da, kayıtlı tarihin karanlık yüzü, insanlık hafızasından kolay çıkmıyor.

Chapel Köprüsü ve Su Kulesi

Chass Barmetler'den aldığımız peynirli turtanın (tortini al formmagio) tadına bakarak Luzern’in eski kentinin sokaklarını arşınlarken, her adımda bir tabloya girmişsiniz hissi uyanıyor. Tarihi meydanları çevreleyen renkli cepheler, başka hiçbir İsviçre kentinde bu kadar yoğun ve özenli biçimde karşınıza çıkmaz. 16. ve 17. yüzyıldan kalma lonca binalarının duvarlarını süsleyen freskler; efsaneleri, ticaret hayatını, kahramanlık hikâyelerini ve bazen de sade bir günlük yaşam sahnesini anlatır gibi. Weinmarkt, Hirschenplatz ve Kornmarkt gibi meydanlarda ressamların hayal gücüyle mimarinin zarafeti buluşuyor. Bu resimler sadece geçmişi süsleyen detaylar değil, Luzern’in kimliğini bugüne taşıyan canlı hikâye panoları — şehri diğer tüm Alp kasabalarından ayıran da, işte bu sanatsal ruhun sokaklarda hâlâ nefes alıyor oluşu.

Luzern'den bina resimleri

Reuss nehri kıyısını süsleyen kafelerden birinde dinlendikten sonra Alplerle buluşacağımız Kerns'e doğru yola çıkıyoruz. 

Alplerde İlk Gün

Luzern'den yola çıkıp çoğu otoyol adı verilse de tek gidiş ve tek geliş yollardan Kerns'deki apart otelimize tam giriş saatinde varıyoruz. Bu İsviçreliler fakir olduklarından şöyle duble yollar ile donatamamışlar memleketlerini. İsviçre'nin neredeyse tam merkezindeki Obwalden kantonunun en büyük belediyesi olan Kerns'in tarihi 14.yüzyıla kadar uzansa da, dağların ve vadilerin arasında yoğun turizmden uzak ve sakin, tarımla uğraşan bir yerleşim olmak dışında bir özelliği olduğu söylenemez; durmak bilmeyen çan seslerini saymazsak. Yine de  konaklayanların, huzurlu Alp manzaralarını içine çekmelerine imkan verecek pek çok göle yakın oluşu, konaklamak için uygun bir ortam yaratıyor. Sabah 3'teki uçakla gelindiğinden yorgun ve o kadar da uykusuz günün akşamüstü için Langern gölü kıyısında günbatımı yürüyüşü ilaç gibi geliyor. 

Lungernersee'den Alplere bakış

Deniz seviyesinden yaklaşık 750 metre yükseklikteki Lungern gölü, adını aynı isimdeki kasabadan alıyor (belki de tersi). Özellikle günbatımının sıcaklığı maviden turkuaza dönen sularda sarıdan eflatuna geçen gölge oyunları ile, karşı dağları yansıtmaya başladığında seyrine doyum olmuyor. Interlaken'in denizi andıran büyük gölleri yanında, minyatür sayılabilecek bu göl, sevimliliği ile insanın içini ısıtıyor. İyi ki 1836 yılında açılan drenaj ile çok daha geniş bir alanı kaplayan göl, avucunuzun içine sığacak kadar küçültülmüş diyesiniz geliyor. Gölün kıyısında yürürken,   balıkçılık loncalarına ait yapılar, kayıklar ve iskeleler de size eşlik ederken, basit yaşamanın huzurunu hissedebiliyorsunuz. Ertesi günkü yürüyüş için artık biraz enerji toplama vakti.  

Yürümeye Başlıyoruz; Lauterbrunnen, Wengen, Wengenwald (19 Eylül)

Sabahın erken saatlerinde, Kerns'den Jungfrau bölgesinin turistik merkezine ulaşmamız yaklaşık bir saat kadar sürüyor. Eşsiz dağ manzaraları eşliğinde,   yine sollama yapmadan ve sollanmadan yolculuğumuzu tamamlıyor, istasyonun yanında dağlara oyulmuş çok katlı otoparkta kendimize bir yer bulabiliyoruz. Otopark'tan sırt çantalarımız ve batonlarımızla çıkıp araç girişinin yasak olduğu Alp incilerinden Wengen'e doğru yükselmeye başlayacağız. Bugün için planladığımız yaklaşık 11 km'lik yürüyüşte toplam irtifa kazancımız 550 metre civarı olacak. Yollar işaretli olsa da her kavşaktaki alternatiflerde kararsızlığa düşmemek için rotayı başından belirlemek önemli. Bu rotaya ve diğerlerine aşağıdaki adresteki wikiloc bağlantısından erişebilir, ve onları sportif bir saate indirerek takip edebilirsiniz:
 
       
Powered by Wikiloc

Olmazsa olmaz uygulamalar
İsviçre genelde yürüyüşçüler için bir cennet. Swiss Topo uygulaması ile bulunduğunuz bölgedeki tüm patikaları görebiliyor, kendi parkurlarınızı planlayarak akıllı saatlerinize indirirken, panaroma moduna geçtiğinizde ise, çevrenizdeki tüm yükseltilerin isimlerini ve yüksekliklerini, arttırılmış gerçeklik ile görebiliyorsunuz. Tüm bunları yaparken çok hassas hava durumu verilerine de Meteo Swiss uygulaması ile ulaşmanız mümkün.  Tren, teleferik, gondola tarifelerine SBB uygulaması ile ulaşıp bilet de alabiliyorsunuz. Bu uygulamaları kullanmıyorsanız, işinizin her adımda çok güçleşecek olduğunu farzedebilirsiniz. 

Jungfrau Bölgesi
Seyahatimizin ilk üç gününü geçireceğimiz Jungfrau, Bern kantonunda Bernese Alpler olarak adlandırılan ve en yüksek zirveleri Jungfrau (4158 m), Eiger (3967 m) ve Mönch (4110 m) ile, aralarındaki iki önemli vadiyi, Lauterbrunnen ve Grindelwald'i kapsayan, en turistik bölgelerden birisinin genel adı. Interlaken'i oluşturan Thun ve Brienz gölleri de, burada yer alıyor. Kelime anlamı genç (el değmemiş) kadın olan Jungfrau'nun coğrafi önemi Eiger ve Mönch zirvelerini birbirine bağlayan Jungfraujoch eyer oluşumu (joch:eyer). 

Lauterbrunnen Vadisi'nden Jungfraujoch'ya bakış

800 metrelerden başlayıp yaklaşık iki saatlik bir dağ bisikleti patikasından 1300 metredeki Wengen köyüne ulaşmamız, bol fotoğraf çekimleri eşliğinde 2 saati buluyor. Çıkış sırasında yanımızdan geçen bisikletçiler, tıp fakültelerinin anatomi derslerine model olabilecek fiziğe sahipler. Kasabalarda 3 bazen 4 katlı şale adı verilen ahşap dağ evleri, yol boyunca tek katlı dağ kulubelerine dönüşüyor. Bu bölgede yürürken en güzel kolaylık, yanınızda bol miktarda su taşımaya gerek olmayışı; neredeyse kilometre başı Alplerden inen soğuk sularla beslenen çeşmelerden mataralarınızı doldurabilirsiniz. Wengen'e bu ortalama %20'lik eğimde mor renkli olmasalar da "Milka" ineklerinin çanlarının ritmi ve ahengi eşiliğinde yürümek istemezseniz, pek çok turistin tercih ettiği gibi Lauterbrunnen'den bir dağ treniyle de ulaşmanız mümkün. 

Yol boyu Jungfrau manzaraları

Wengen
Tarihi 13.yüzyıla uzanan bu dağ kasabası, 19.yüzyılda Byron ve Shelley'in notlarını takip edenlerce popüler olmaya başlamış. Motorlu araç girmeyen bu kasabanın nüfusu, yaz aylarında beş, kışları ise on kata kadar çıkıyor; yani halen hayvancılık ve tarım yaygın olsa da, ekonominin temel direği turizm olmuş durumda. Sert bir çıkışın ardından, soluklanmak için enfes manzaraları olan parklarda kahve içmek iyi geliyor. 

Wengen'de çok katlı bir "chalet"

Eğer Wengen'i ve Jungfrau'yu, bin metre daha çıkarak 2300 metrelerden izlemek isterseniz, kişibaşı 29 franga Manlichen tepesine sizi götürecek bir gondola bulabilirsiniz Wengen'de, 5 frank daha verdiğinizde de, gondolanın üzerindeki balkonun keyfini sürmeniz mümkün. Bu fiyatlar aynen dönüş için de geçerli. Biz Wengenwald köycüğünün içinden geçip orman patikasından Lauterbrunnen'e inmeyi tercih ediyoruz.

Wengen'den sıradışı bir Protestan kilise

Wengen'den Wengenwald rotasını takip ettiğinizde, demiryoluna gelmeden karşınıza bir reformist kilisesi çıkacak. Ernst Indermühle tarafından tasarlanıp 1953 yılında hizmete girmiş kilisenin sıradışı kulesi,   sanki kendisini çevreleyen zirvelerle yarışmak ister gibi; insanoğlu doğayla yarışmaya şartlanmış, arzularına gem vuramıyor bir türlü. Kilisenin bahçesinden Lauterbrunnen vadisinin en güzel manzaralarına tepeden bakmanız, aklınıza gelecek Bulutsuzluk Özlemi'nin Tepedeki Çimenlik şarkısı eşliğinde de, bu "küçülmüş ufacık olmuş insanların alemini" seyredalmanız mümkün.

Wengenwald'den Lauterbrunnen'e inerken Jungfrau görüntüsü


Lauterbrunnen ve 72 Şelaleler
Jungfrau bölgesinin en revaçta turizm merkezlerinden olan Lauterbrunnen'in şimdilerde kelime anlamı çevresinde çağlayan şelalerden (belki de turistlerin çokluğundan) olsa gerek "gürültülü çeşmeler". Oysa ortaçağlarda aynı yöre "berrak çeşme" olarak anılıyormuş. U-şekilli Lauterbrunnen vadisi, Bernese Alp zinciri içindeki en derin vadilerden birisi. Neredeyse dik açıyla yapılmış bir duvarı andıran 8km uzunluğundaki vadinin derinliği, bazı yerlerde 1000 metreye kadar ulaşıyor.  

Wegenwald'den küçülmüş, ufacık olmuş Lauterbrunnen'e bakış

Pek çok yürüyüş rotasının merkezinde yeralan kasaba, dik yamaçlardan dökülen 72 adet şelale ile de ünlü. Biz yorucu rotamızın ardından, bunların en turistik olanına, yani Staubbach şelalesine yollandık. 297metre yükseklikten dökülen şelale, İsviçre'nin serbest dökülen en yüksek şelalesi olma özelliğine sahip. Biraz basamak çıkmayı hafifçe ıslanmayı ve kaygan grotesk mağaralarda düşmeyi göze alırsanız, özellikle ortadoğu kökenli suya hasret turistlerin rağbet ettiği şelaleyi en yakından görme şansına(!) erişebilirsiniz; yine de arkasından geçemeyceksiniz.  Hem mevsimsel olarak, hem de küresel ısınmanın etkileriyle, su kaynaklarının azalmış olması beklense de, Staubbach sanki Alplerin temiz suları ile, tüm Lauterbrunnen'e duş aldırmak istercesine,   gürüldeyerek akmaya devam ederken, biz de otelimize doğru yola çıkıyoruz.

İkinci Gün ve Northface Trail : Mürren - Spielbodenalp - Allmendhubel - Gimmelwald (20 Eylül)

İstanbul'dan gelen arkadaşlarımızın katılımıyla, daha şenlenen seyahatimizin ikinci gününde, Lauterbrunnen köyünün içinden geçip, Stechelberg (Schilthornbahn) teleferik istasyonuna ulaşıyoruz. Adından anlaşılacağı gibi,   burası aslında çok daha yükseklerdeki Schilthorn'a ulaşmanın ilk adımı. Schilthor 1969 yılında çekilmiş Sean Conery sonrası James Bond filmlerinden "On Her Majesty's Secret Service"in çekimlerine ev sahipliği yapması ile ünlenmiş bir nokta. Arkasında karlı dağlarla, bir tüfek yivinin içinden görüntülenen Bond'un ikonik görüntüsü burada çekilmiş. James Bond'un Hollandalı yaratıcısı Ian Fleming de, zaten kurgu karakterinin annesini İsviçreli olarak hayal ettiğinden Bond da yarı İsviçreli sayılacak bir karakter. Bunun yanında Bond filmlerinin gerçek Bond Kızı olan Ursula Andress zaten İsviçreli. Bu hali ile Bond ve İsviçre arasında sarsılmaz bağlar olduğu bir vaka.

Biz sadece Mürren'e kadar teleferiğe binip, rotamıza oradan başlayacağız. Lauterbrunnen'den kendinize güveniyorsanız Mürren'e yürüyerek de çıkabilirsiniz, ama daha sonrası için geriye ne kadar gücünüz kalır onu bilemiyorum. Mürren'e ulaşmak için tren, teleferik ve ayaklarınız dışında bir alternatif bulunmuyor; tabii yamaç paraşütü yaparak inmeyi planlamıyorsanız. Yani Mürren de motorlu araç trafiğine kapalı Alp köylerinden bir diğeri. 

Mürren rotaları ve ulaşım alternatifleri (Stechelberg-Mürren teleferiği gösterilmemiş)

Bugün döngüsel olmayan iki teleferik kullanımlı bir rota izleyeceğiz. Mürren'e Stechelberg'den teleferikle çıkıp, Northface Trail'i taikben, Almendhubel üzerinden yeniden Mürren'e alçalıp, orman içi patikadan Gimmelwald'e ulaşıp oradan tekrar teleferikle Stechelberg'e ineceğiz. Başlangıçta 300 metre kadar çıkışı olan aşağıdaki rotamız, 500 metrelik bir inişle sona ermiş olacak. 15 kilometrenin üzerindeki bu parkurda dikkat edilmesi gereken konu, dönüşte teleferik kullanacaksanız, teleferikler işlese bile bilet satış ofislerinin genelde 16:30-17 gibi kapanıyor oluşu. Bu nedenle dönüş biletinizi sabahtan almanız ve son teleferik seferlerini SBB uygulamasından incelemeniz önemli. Aksi takdirde inişi akşam karanlığında, dik patikalardan yapmak durumunda kalabilirsiniz. 

Powered by Wikiloc

Teleferik kullandığımız için bugün 1600 rakımlardan başlayıp 2000'lere kadar çıkıyoruz. Özellikle deniz seviyesinde yaşıyorsanız, günlük planlamalarınızı her gün bir miktar yükselecek şekilde yapmanızın, dağlara fiziki uyumunuzun sağlanması açısından önemli olduğunu unutmayın. 

Northface Trail Alplerin en zorlu zirvelerinden sayılan, Gspalthernhorn (3436m), Mittaghorn (3892m) ve Gletscherhorn'un (3983m) kuzey yüzlerini seyrederek yürüyebileceğiniz bir rota. Özellikle diğerleri kadar yüksek olmasa da Gspalthernhorn'un kuzey yüzü Eiger ile birlikte Alpler'deki en zorlu tırmanışlardan birisi olarak niteleniyor. 1700 metrelik zorlu tırmanışı 1932 yılında kayıtlara geçirmiş ilk kişi Wilo Welzenbach olmuş. 1951 yılında daha dik bir rotayı izleyen ve Everest'e de çıkmış Ernst Reiss, "My Way as Mountaineer" adlı anı kitabında Gspalthernhorn'u en zorlu kuzey yüzü tırmanışı olarak nitelemiş. Mittaghorn zirvesine kuzey yüzden tırmanışı 1878 yılında başaran ilk kişiler ise, ünlü dağcılar değil, 15 ve 16 yaşlarında iki genç olmuş. 

Gspalthernhorn 

Northface rotaları en kısa 8km ile başlayıp, yorgunluk durumunuza göre Mürren'e dönebileceğiniz alternatif patikalarla 20 km'ye kadar ulaşabiliyor. Her Mürren dönüşünde bir sonraki de olabilir diyerek uzatmak isteyeceğiniz, en keyifli parkurlardan birisi. Yol boyunca rastlayacağınız pek çok çeşmeden mataralarınızı doldurmanız mümkün, hatta 1900 metrelerde bir de restoran bulmanız olası. En büyük keyif ise yol boyu size farklı melodilerle eşlik edecek "Milka" ineklerinin çanları. Hani karşı tepeden sanki Peter al yanakları ile koşarak size doğru gelecekmiş diye içinizden geçirirken, gerçekten de al yanaklı gürbüz sığırtmaçlara denk gelebileceğiniz bir parkur burası. 

"Milka" inekleri, arkada Peter

Rota Alp çayırları içinden yükselerek, oyun-eğlence merkezi Allmendhubel'e ulaşıyor. Çayırlardan dediysek işaretli patikalar dışına çıkarak çayırlarda istediğiniz yerlere basmanızdan çok hoşlanılmıyor. Hatta bazı inekler "biz sizin yemeklerinize basıyor muyuz ki?" şeklinde tabelalar asarak bu hareketleri yapanları insanca uyarmışlar. Patikaların kenarlarındaki elektrikli şeritlerin de, sığırların dışarı çıkmasından çok, insanların çayırlara girmesini önelemeye yönelik olduğu anlaşılıyor. Allmendhubel, Mürren'den trenle de ulaşılabilen bir eğlence merkezi. Genelde çocukların renkli ekranlardan uzak tutulması için düzenlenmiş çeşitli doğa aktivitelerine katılmalarına imkan tanıyor. Asıl ilginç yanı ise flora meraklıları için küçük bir çiçek yolu ile Alpler'de yetişen pek çok çiçeği -tabii mevsimine göre- gözlemleyebileceğiniz bir patika oluşturulmuş olması. Buradan direk Mürren'e doğru inilebilse de, biz yolu Oberberg yönüne doğru uzatarak Alp havasından biraz daha fazla yararlanıyoruz. 

Oberberg'den Eiger, Mönch, ve Jungfrau manzaraları

Mürren
Yürüyüşün 12.kilometresinde ve beşinci saatinde tekrar Mürren'e vardığımızda,  artık bir şeyler içmek için mola vakti geldi. Tarihi ortaçağa uzanan bugünün popüler kayak merkezinde, 1857 yılında ilk otel açıldığında, ulaşım sadece katırlar ile sağlanabiliyormuş. On dokuzuncu yüzyıl sonunda, trenyolu ile Lauterbrunnen'e bağlanan kasaba, sonrasında kış turizmine açılmış. 450 nüfuslu kasabanın 2000 kişilik konaklama kapasitesi bulunuyor. Yaklaşık 1650 rakımlı Mürren'den, 3000 metredeki Schilthorn'da JAmes Bond "heyecanı" yaşamak isterseniz, tek yön 51 frank daha ödemeniz gerekli. Bu tür masraflara girecekler mutlaka çıkmak istedikleri noktanın canlı webcam görüntülerine bakmalılar; yoksa kalın bir sis tabakası ile karşılaşıp birşey göremeden geri dönmek zorunda kalabilirler. 

Mürren'den bir kesit

Gimmelwald
Yeşil panjurlarla kahverengi tonlarını buluşturan romantik şaleleri geçip, son durak Gimmelwlad'e doğru orman içi patikaya giriyoruz. Yer yer sert eğimli patikadan, 250 metre aşağıdaki köycüğe indiğimizde artık akşamüstü. Gimmelwald'de bir "Honesty Shop" da bulunuyor; yani çalışanı olmayan dükkanda, istediklerinizi aldıktan sonra üzerinde yazılı ücreti köşedeki kumbaraya atıyorsunuz. İsviçreliler bunun dünyadaki tek örnek olduğunu falan iddia etseler de, Almanya'nın Kara Ormanlar bölgesinde,   özellikle ballar ve orman meyvelerinin bu yöntemle satıldığına daha önce de şahit olmuştuk. Bu şirin kasabada kısa süreli kalıyoruz ama kesinlikle birkaç gece konaklayarak gerçek Alp havasını yaşamayı hakeden bir köy.

Gimmelwald'e inmenin başka yolları da var

Yamaç paraşütü yapamadığımızdan, Gimmelwald'den tekrar teleferik ile Stechelberg'e geçtikten sonra, otele dönüş yolunda bugün uğrayacağımız bir destinasyon daha kaldı.

Iseltwald
Brienze ve Thun gölünün toplamına adını veren Interlaken bölgesinin belki en romantik kasabası Iseltwald'e, namına uygun şekilde gün batarken varıyoruz. Brienz gölünde gün batımını seyretmek için toplananlar kıyı şeridini doldurmuş durumdalar. Iseltwald, Korelilerin hayranı olduğu "Crash Landing on You" dizisinin İsviçrede piyano eğitimi gören kahramanın piyanosunu çaldığı iskeleye ev sahipliği yapması ile son dönemde turist akınına uğramış bir kasaba. Hatta bu iskelede fotoğraf çektirmenin ücrete bağlandığı söylense de biz bu duruma şahit olmadık. Alplerin dağ romantizminin (Shrelley ve Byron kaynaklı) göl kıyısındaki yansıması sayılabilecek Schloss Seeburg İseltwald'in en sembolik yapısı. 1907 yılında inşa edilen ve özel mülkiyette olan şato gezilemese de, göl kıyısına farklı bir mimari tat bıraktığı gerçek.

Schloss Seeburg

Şatonun ve küçük teknelerinin yansımalarını Brienz gölünde bıraktığımız Iseltwald turu ile beraber, toplam 18 kilometreye yaklaşan yürüyüşümüz sonrası, ertesi günün programını biraz hafifletmek farz oluyor.

Üçüncü Gün; Grindelwald Auf der Gey

Bugünün akşamını, Zermatt'a geçip Matterhorn ile buluşmaya niyetlendiğimizden, sabah için daha kısa ve düz bir parkuru tercih ediyoruz. Aslında ilk planımızda Lombachalp üzerinden 650 metrelik bir çıkışla Brienz Gölü'nü 2000 metrelerden seyretmek vardı ama gemide isyan çıkma ihtimali nedeniyle bu parkuru başka bir zamana erteledik. Bunun yerine Interlaken'e gelip de "görmeden gitmek olmaz" Grindelwald'e yollanıyoruz.

Grindelwald
Grindelwald, Lauterbrunnen yanında Interlaken'in iki önemli vadisinin diğeri. Kendi adını taşıyan ve bugünlerde küçülmekte olan buzuluyla ünlü kasaba, 19.yüzyılın başından itibaren Alpinism salgını ile doğasever turist akınına uğramış. Lauterbrunnen'e ulaşan Oberland Demiryolu Grindelwald'e de uğruyor. 1034 rakımlı vadiyi kuşatan Finsteraarhorn (4,274 m), Wetterhorn (3,692 m), Eiger (3,967 m),  Schreckhorn (4,078 m) ve Gross Fiescherhorn (4,049 m) zirvelerinin tamamına 19.yüzyılda ulaşılmış, ve bu dönem Alpinismin altın çağı olarak nitelenmiş. Özellikle Eiger'in kuzey yüzüne tırmanışının gerçekleştiği,1938 yılı, kendini dağcılık tarihinin kilometre taşlarından birisi olarak kayıtlara geçirmiş. Bizim mütevazi rotamız ise, Grindelwald'i ikiye bölüp,   ormanın içinden eriyen buzulun sularını taşıyan Schwarze Lütschine deresinin bir yakasında, orman patikasından başlayıp, Glacier Canyon macera sporları merkezini geçerek, diğer yakadan geri dönüyor. Buzul sularının etkisiyle kirli beyaz bir renkte akan hırçın derenin yanından geçen rotamızda, irtifa kazancımız 100 metre kadar olacak. 

Powered by Wikiloc

Scharze Lütschine'nin pastel beyaz suları eriyen buzulları taşıyor 

Grindelwald orman patikası her tür taşıt trafiğine kapalı bir alan. Bu nedenle yaşlı bir çift dağ bisikleti ile ilerleyenlerle şiddetli bir tartışmaya bile giriyor. Patikanın iç tarafına doğru ilerledikçe, ortaçağ masallarından çıkmış gibi, cadılık objeleri ile karşılaşmaya başlasak da, cesaretimizi toplayıp çağlayan derenin sesini dinleyerek Galcier Canyon'a doğru yollanıyoruz. Bu objelerin en ilginçlerinden birisi, ormanın belalısı ökseotunun uzak durması için yapıldığını düşündüğümüz bir tür totem. Üsütümüze alınmasak da, işe yarıyor mu öğrenecek kadar uzun kalmak istemiyoruz o patikada. 

Kahrolsun ökseotları

Glacier Canyon macera alanında, kanyon salıncağından kaya tırmanışına kadar çeşitli aktivitelere olanak var. Dilerseniz bir mont kiralayıp buzulun içindeki mağaraya da girebiliyorsunuz. Bugün önümüzde daha iki saatlik bir araba yolculuğu olduğundan, kendi parkurumuzu bitirmekle yetiniyoruz. 

Kaya tırmanıcılarını bulun

Dönüş yolunda Alplere özgü kara burun  koyunları ile de ilk kez karşılaşıyoruz; utangaç oldukları için sevgi gösterimizden pek hazetmiyorlar. Kaş, göz, burun herhangi bir kafaya ait öğeyi göremiyorsunuz bu hayvanlarda. Resmetseniz hani, pek  de zorlanmazsınız. 

Mahçup kara burunlar

Yaklaşık 7.5 kilometrelik parkuru üç saatte tamamlayıp, tekrar Grindelwald'e giriyoruz. Caddeler artık turist kafileleri ile dolmuş durumda. Vadiden erimekte olan buzula son bir bakış atarak, kararmaya başlayan bulutların içinden Zermatt yoluna düşüyoruz. Bir dahaki gelişimizde bu buzulu görebilecek miyiz acaba?

Grindelwald Buzulu'nun vadiden görünüşü 

Grindelwald'den artık bozmaya başlayan hava ile birlikte, Bernese Alplerini arkamızda bırakıp, Zermatt'a doğru yola çıkmaya başlıyoruz. Bu mevsimde aslında bugüne kadar hava açısından şansımızın yaver gittiğini söyleyebiliriz. Ama yol üzerinde bir sürpriz var. Her ne kadar google maps yol üzerinde ücretli geçişlerin olduğu uyarısını vermiş olsa da, zaten e-Vignette'miz olduğundan bu uyarılara pek ulak asmamıştık. Bu sefer farklı bir ulaşım şeklinin bizi beklediğini, dağlar arasında feribot iskelelerinde olduğu gibi sıraya sokulunca anladık. Etrafta göl ve feribot gözükmüyordu ama bir tren bizi bekliyordu; arabalı tren. Aracımızı iki vagonun arasında kalmayacak şekilde trene yerleştirdik ve yolculuğumuz başladı. Başlar başlamaz da kendimizi zifiri bir karanlıkta bulduk; tam 17 kilometrelik bir tünel. Arzın merkezine seyahat edercesine yaklaşık 20 dakika süren bu kapkaranlık tünel yolculuğu bize alernatif rotaya göre bir buçuk saat kazandırdı; tabii 31 frank karşılığında. Bu paraya tünel içinde bir aydınlatma yapsalardı keşke. 

Zermatt

Korku tünelinden çıkıp arabalı trenimizden indikten sonra, yolun geri kalanı, artık yaklaşık 2000 rakımlı Zermatt'a çıkış şeklinde. Zermatt'a da motorlu (yani hidrokarbon yakıtlı) araç girmediğinden, aracımızı oraya en yakındaki Tasch istasyonunda bırakıp, trenle sağnak yağış altında Zermatt'a varıyoruz. İlk gün normalde köyün içinden de görülebilen, değil Matterhorn'u, birbirimizi bile zor görebileceğimiz bir hava var. Zermatt, Mürren ve Wengen gibi şirin dağ köyleri dokusundan sonra, çok daha endüstriyel bir kayak merkezi olarak karşımıza çıkıyor. Kelime anlamı eskiden Zur Matte, yani çayırların üzerinde demekmiş. Matter Vispa ırmağının iki yakasına kurulmuş köyün (?) etrafı 4 bin metreleri aşan Penin Alp silsilesinin önemli zirveleriyle kuşatılmış; Monte Rosa (Dufourspitze adlı zirvesi 4634 m ile İsviçre'nin en yükseği),  Dom (4,545 m), Liskamm (4,527 m), Weisshorn (4,505 m) ve Toblerone'un sembolü Matterhorn (4,478 m). Matterhorn en yüksek zirve olmasa da, doğrudan düzlükten (yani çayırdan) yükseldiği için tam üçgen prizması formuyla diğerlerinin önüne çıkıyor; 1865 yılındaki trajediyle sonuçlanan zirve tırmanışı denemesinin de, bu ünde payı olmuş olabilir; insanoğlu trajediye yani başkalarının başlarına gelen felaketleri izlemeye meraklı bir tür ne de olsa. Dağın bu şeklinin, çayırlardan çıkan boynuz anlamına gelen adının hakkını verdiği kesin. Zermatt, Matterhorn'u farklı açılardan ve rakımlardan izlemek isteyen turistlere farklı alternatifler sunması ile turizmde öne çıkmış. Bunlardan birincisi Gornergrat'a giden trenyolu. Tek yön 59 frank tutan bu yolculukla 3135 rakımda bulunan rasathanenin teraslarından 29 adet 4000 metrelerdeki zirveyi izlemeniz mümkün; tabii hava koşulları izin verirse. Çıkmadan evvel canlı webcam'den hava durumunu izlemenizde fayda var. Gornergrat istasyonu Avrupa'nın ikinci en yüksek rakımlı raylı sistem istasyonu; birincisi ise yine Zermatt'tan başlayan Klein Matterhorn hattına ait. Klein Matterhorn istasyonu da sizi Glacier Paradise'de bir buzul deneyimine taşıyabilir.  

Yağmur altında Zermatt Vadisi

Motorlu araç girmeyen bir yerleşim ise de elektrikli taksi-dolmuş türü vasıtalar ile dolu Zermatt; bunlar sessiz de olduklarından kendinizi hiç de güvende hissederek sokaklarda yürüyemiyorsunuz. Yağmurlu ilk akşamızda yapabileceğiniz en güzel şey kendimizi güzel bir İsviçre fondüsü yiyebileceğimiz bir yere atmak. Tavsiye üzerine gittiğimiz Du Pont'da Bosnalı Perica harika fondüsünü tattırırken alevli bir şov yapmayı da ihmal etmiyor. Meteo Swiss ertesi gün öğlene doğru havanın açacağını gösteriyor; biz de yüyüş programımızı buna göre planlıyoruz.

Zermatt'da gecenin renkleri

Dördüncü Gün; Sunnega'dan Baluherd ve 5 Göller Rotası (22 Eylül)


Güzel bir kahvaltının ardından gerçekten de hava sabah saatlerinde açmaya başlayınca, doğruca Sunnega istasyonundan füniküler ile Sunnega eğlence merkezine çıkıyoruz. Yani 1600 rakımdan 2100'e. Sunnega da Allmendhubbel gibi çocukların ilgisini çekecek çeşitli aktivitelerin bulunduğu bir merkez. Buradan teleferik ile yaklaşık 2550 metredeki Blauherd'e çıkarak bu 5 Göller rotasını daha yumuşak bir şekilde yapabilirsiniz; ama biz kendimize güvendiğimizden, rotaya Sunnega'dan başlıyoruz ve döngüsel bir hareket ile yine Sunnega'da bitiriyoruz.  

       
Powered by Wikiloc

Blauherd'e dağ bisikleti rotasından yaklaşık 400 metre yükseldikten sonra, resmi 5 Göller (5 Seenweg) rotasına giriyoruz. Bu rotanın özelliği, geçtiği çoğuna göl diyemesek de, su birikintilerinden etraftaki dağların ve Matterhorn'un yansımalarını yakalayabilecek oluşunuz. Rotaya Balueherd'den başladığınız takdirde, sadece iniş olan yumuşak bir parkurdan Sunnega'ya ulaşabilirsiniz.

Bulutların üstüne mi çıktık yoksa yoksa onlar mı alçaldı?

Soğuk bir havada bir müddet sonra güneş bizi karşılıyınca içimiz ısınıyor. Ama bulutlar halen çekilmedi, yer yer içlerinden geçer gibiyiz. Birer birer rotadaki gölleri geçmeye başlıyoruz. Matterhorn ise naza devam ediyor; kendi kaybı, çevremiz harika diğer zirveler ile dolu.

Stellisee'den Strahlhorn (4190 m) ve Adlerhorn (3987 m) 

Rota sırasıyla Stellisee, Grindjisee, Grünsee, Moosjisee ve yine Sunnega'ya en yakın göl Leisee'den geçiyor. Grindjisee'de öğlen atıştırmalıklarımızı yiyoruz. Daha sonra dik bir orman patikasından Sunnega inişi başlayacak; her çıkışın bir inişi olması şart.

Grindjisee

Beş buçuk saati bulan yaklaşık 12 kilometrelik rotanın sonuna yine Sunnega'da geldiğimizde Matterhorn halen peçesini kaldırıp güzel yüzünü göstermemişti. Sanırız yüz görümlüğü az geldi. Yol boyu denediğimiz hiçbir totemin de faydası olmayınca, bize Tobleron yemek dışında bir alternatif bırakmadı. Yine de yoğun yağışlı bir dönemde bu yürüyüşü tamamlayacak bir aralık bulduğumuz için kendimizi şanslı sayıyoruz. 

Beşinci gün; Dönüş Yolu, Montreaux ve Freddie (23 Eylül)

Artık dönüş yoluna geçme vakti geldi. Bu sabah da hava kapalı ve Matterhorn ortada gözükmüyor; biz de sırtımızı dönüp Tasch'a doğru trenle yola çıkıyoruz. Aracımızı aldıktan sonra son gecemizi geçireceğimiz Montreaux yoluna düşüyoruz. Farklı bir istikamette gittiğimiz için, bir arabalı tren macerası daha yaşamamıza gerek kalmıyor. 

Son gecemizi geçireceğimiz Montreaux'de, tüm İsviçre'nin en tarihi yapılarından Chillon Kalesi'ni ziyaret etmeye niyetleniyoruz. Ancak yağış o kadar şiddetli ki, 200 metre ileride park yerindeki aracımızın dışına uzun süre çıkmamız mümkün olmuyor ama yağmur altında Leman Gölü manzaralı park yerinin keyfine de diyecek yok doğrusu.

Chillon Kalesi
Ortaçağın İsviçrede'ki en önemli şarap rotalarının kesiştiği Chillon Kalesi'ne giriş 16 frank olsa da otelimizin girişten önce yolladığı Montreaux kartı %50 indirim uyguluyor. Ödeyeceğiniz şehir vergisi karşılığında toplu ulaşımdan da bu kartla bedelsiz faydalanabiliyorsunuz. Gölün içindeki bir kaya parçası üzerindeki kaleye, ortaçağ Avrupasına özgü bir güvenlik önlemi olarak, ancak bir köprüden erşebiliyorsunuz. Rehberli turlar ve audio guide sistemleri olsa da, kalenin içindeki bilgi ekranları son derece yeterli. Bu ekranlardan, şarap üretim süreçlerini, ortaçağ şarap ticaretini, asilzadelerin adetlerini öğrenmeniz mümkün. Savoy hanedanı döneminde 12.yüzyılda inşa edilmiş kalenin içi, mahsenler ve pazar yeri ile olduğu kadar, olmazsa olmaz zindanları ile de ünlü. Zindanların tavanlarında ortaçağ yapım yöntemlerinin izlerini taşıyan kalıp parçalarına halen rastlanabiliyor.

Kalede ortaçağ yaşamına dar pek çok ayrıntıya rastlıyorsunuz; banketlerde uyulan etikete, servis kurallarından tuvalet alışkanlıklarına kadar. Banketlerde yemeklerin genelde paylaşılan tabaklardan elle yenmesinin bir dostluk ve güven göstergesi olduğundan, önceliğin yanınında oturulan kişiye tanınması, artan kemiklerin de yere atılarak köpeklerin karnını doyurmasına vesile olunmasına kadar. Ortaçağın en ilginç bir diğer alışkanlığı da kanalizayon bulunmayan sokaklara pencerelerden boşaltılan lazımlıklardan korunmak için şemsiyeler ile geziliyor oluşu.

Ortaçağ tuvalet alşıkanlıkları üzerine bir gravür, Chillon Kalesi

Chillon Kalesi'ni çok ünlü yapan kişi ise yine bir İngiliz; Byron. İsviçre Alplerinden kalelerine kadar İngilizlere çok şey borçlu; Shelley, Byron' ve Bond'dan sonra dördüncü İngiliz ünlüye az sonra değineceğiz. Byron'un başyapıt olarak adladırılan Prisoner of Chillon (Chillon Mahkumu 1816) adlı şiiri kalenin zindanlarında 16.yüzyılda 6 yıl boyunca tutsak edilmiş tarihçi ve keşiş olan François de Bonivard'a adamış. Bonivard, ailesinin mülklerine el konulmasının ardından, Savoy'lara karşı yürüttüğü özgürlük mücadelesi ile ün salmış bir kişilik.  Byron'u etkileyen ise, Bonivard'ın tutsaklığı sırasında zincirlenmiş olduğu Leman gölünün seviyesinin altındaki zindanda, gölün ışıldayan sularınının, tavandaki yansımalarından ilham alarak, sütunların üstüne kazıdığı yazıları olmuş. Bonivard'ın acılarını içselleştirmiş Byron'ın şiirinde yer yer mahkumun, sanki kendisi olduğunu düşünüyorsunuz. Zindanların özgür ruhları asla tutsak alamayacağına dair bir ağıt yazmış Byron. Bugün Bonivard'ı o zindana mahkum eden hangi yargıcı tanıyoruz sonuçta?

Montreaux
Biz kaleyi gezerken hava da biraz yükseliyor. Güneş hala bulutların arkasında ama en azından şehri görmemiz müsade edecek gibi. Montreax Türkler için genelde iki şeyiyle ünlü; Boğazlar Anlaşması ve Caz Festivali. Zaten şehir merkezine yakın bir yerdeki otel odamızda da dev bir Sting portresi karşılıyor bizi. Günbatımına doğru yağmurluklarımızı giyip göl kıyısına indiğimizde, artık ancak yağmur sonrasının kokusu kalmış şehirde. Kıyıda bir banka oturup, bulutların altına inen güneşin Leman Gölü ile oluşturduğu harika manzarayı izleyerek üzerimizdeki yorgunluğu biraz atıyoruz. 

Leman'da gün batarken 

Göl kıyısında binealden kalmış sanat eserleri arasından yürürken, genişçe bir alanda düzenlenen bir partiden taşan ışık ve müzik sesleri çevreliyor bizi; yanıbaşımızda dördüncü ve modern zamanların en ünlü İngiliz'i Freddie Mercury. Montreaux bir yerden  sonra kendisini Freddie ile tanımlayan belki vareden bir şehir. Hayatının son döneminde Londra ve büyük kentlerin keşmekeşinden kurtulmak için, uzun süre burada yaşamış ve son albümlerinin stüdyo kayıtlarını, bu dingin şehirde yapmış Mercury. Şehirde hagi dükkana gitseniz karşınıza çıktığı gibi, bir de Freddie Shop bile var. Halen solo ve Queen ile yaptığı albümlerin long playleri vitrinleri süslüyor. Aslında Freddie'yi bir an çıkarsanız Montreaux'den geriye ne kalır bir soru işareti. Pek çok yaşlı Avrupa şehrinde olduğu gibi, burada da akşam 8-9 sularında sokaklarda kimse kalmıyor hayat evlere çekilirken, biz de yorgun dizlerimizi dinlendirmeye otelimize dönüyoruz. 

Ve artık İsviçre'den dönüş günü geldi. Montreaux'den ayrılmadan önce bugünlerde Türkiye'de sıkça tartışma konusu yapılan Boğazlar Anlaşmasının 20 Temmuz 1936'da imzalandığı salonu görmeye Montreaux Palace oteline geçiyoruz. Konsiyerj'deki beyfendi, ricamız üzerine salonun olduğu birinci kata yönlendiriyor bizi. Yukarıya bir zamanların ihtişamından artık yorgun düşmüş bir merdivenle çıkıyoruz. Halen yüzyıl öncesinden kalmış kahve sehpa ve sandelyeleri etraftaki pencere önlerini ve küçük salonları süslemeye devam ediyor. Anlaşmanın imzalandığı salonun girişine, bu anıyı hatırlatmak üzere bir plaket konulmuş. Salon sanki 90 yıl öncesinden kalmışcasına metruk bir görünümde. Sağa sola özensizce yerleştirilmiş olsalar da, bir ülkenin kaderine yön veren insanların, o günlerin "düveli muazzama"sına karşı verdikleri özverili ama çok gururlu mücadeleyi hissetmemek elde değil.

Montreaux Anlaşmasının (1936) imzalandığı salon, Montreaux Palace

Lozan'a da yakın olmamıza rağmen araya sıkıştırılamayacak önemde olduğunu düşündüğümüzden, bir başka sefere bırakarak Basel'de bizi bekleyen dönüş uçağına doğru yollanıyoruz. Yolda gördüğümüz Bern de gerçekten birkaç gün kalmayı hakedecek güzellikte bir şehir. Bir sonraki seyahatin böylelikle birkaç durağını berlirlemiş olarak İsviçre'ye veda ediyoruz.

Ender Şenkaya
Ekim 2025

  

 

   .