World in my Viewfinder

26 Temmuz 2018 Perşembe

Nedimeler'in Düşündürdükleri Üzerine Bir Deneme



Sanat tarihi açısından bakıldığında çok az tablo Diego Velazquez’in 1656 yılında yaptığı Las Meninas -Nedimeler- tablosu kadar tartışılmaya ve yorumlanmaya değer görülmüştür. Sadece yorumlamak mı? Picasso’dan Joel-Peter Witkin’e  kadar onlarca artist tarafından günlerinin tarzına uygun olarak tekrar tekrar resmedilmiştir. Her çağda yaşamayı başaran bir tablo, Las Meninas. Michelle Foucault bile tablo üzerine özel bir deneme kaleme almış. Bu denemeyi okuduğumdan beri tablodaki bulmacanın eksik kalan parçaları kafamın içinde bir köşede durur. 

Bize gösterilenle anlatılmak istenen farklı mıdır? Kendimizi bir başkasının gözünden görmeyi deneyebilir miyiz? Tamamen başkası olabilir miyiz peki? Kendimizi ya da bir tabloyu anlamak için bakış açımızı nasıl değiştirmeliyiz?

Yanlış anlaşılmasın, bir sanat tarihçisi değilim, sadece basit bir sanatsever mühendis gözüyle, çok tartışılan bir tabloya yeniden bakma isteği duyuyorum. 

Antonio Palomino'un tablodaki kişileri 
Önce tabloyu biraz tanıyalım. Tablonun sonradan değiştirilmiş ismi “Nedimeler” Prenses Margarita(1) ve çevresindeki kraliyet nedimelerinden (2,3) geliyor.  Hemen yanlarında bir cüce (4) var. Yerde sakince yatmakta olan çoban köpeğini uyandırmaya çalışan yaramaz İtalyan çocuk Nicolas Pertusato (5). Bu uyandırma hareketi acaba herkes çıkmaya mı hazırlanıyor sorusunu da soruyor öte yandan (**). Refakatçi bir kadın (6) ve bir koruma (7) da prensese eşlik edenler arasında sağ tarafta. Dünya prensesin etrafında dönmekte sanki. Prensesin de kendi etrafında dönüşü bir an için durmuş, gözleri ressama, anne ve babasına ya da biz izleyecilere takılmış gibi. Zaten tablonun ağırlık merkezi görünürde orası işte. 1666 yılı kayıtları incelendiğinde Velazquez’in tabloya isim olarak “Prensesin nedimeleri ve bir cüce ile portresi  -Portrait of the Empress with her Ladies and a Dwarf- verdiğini öğreniyoruz. Biraz arkalarında sol tarafta, hafif boynu bükük şekilde duran ve ne çizdiğini bilmediğimiz ama birazdan tahmin yürüteceğimiz Diego Velazquez’in cisimi(9) var. Peki kendisi aslında nerede? Tablodaki kanımca asıl soru burada gizli. Kendisi, aklı ve ruhu aynı yerde mi?

Soruyu cevaplamak için tabloya bakmaya devam edelim. Tablonun sağ tarafına doğru perspektifin kaçış noktasındaki kapıya doğru ilerleyen kişi Don Nieto Velazquez (8). Kraliçenin özel refakatçisi. Aynı tabloda ikinci Velazquez! Tesadüf mü peki? Stalin’in (büyük olasılıkla materyalizmin büyükbabası Atomcu Demokritos’a atfen) bir sözü var: “Tesadüf diye birşey var mı tavarişler? Tabii ki yoktur tavarişler”. Her neyse, tabloya dönersek kapıdan çıkmak üzere olan ikinci Velazquez oradaysa kraliçe de olmalı. Ve 18.yy sanat tarihçisi Antonio Palomino'ya göre Kral IV.Filipe  ile kraliçe Marianna'nın suretlerini (10,11) arkadaki aynada görüyoruz o anda (Foucault’a göre aynanın/ruhun-psyché- öbür yüzü). Ancak kral ve kraliçenin resmedildiği böyle bir portre tablosu henüz bulunabilmiş değil. Foucault’un da belirttiği gibi “ressam belki son bir kez dokunacak fırçasıyla, belki de ilk çizgiyi bile çekmemiş olabilir” o anda. Ressam, bizim bakmamızı istediği açıdan tuval boş mu yoksa dolu mu görmemizi istememiş sanki.  

İlk anlamlar ve sorular itibari ile tablonun birinci görünür katmanını tamamlamış olduk. Madrid’de sergilenen tabloyu ola ki gördüğümüzde karşımıza çıkacak ilk anlamları. Peki alt anlam katmanlarında ne olabilir? Biraz spekülasyon yapalım. 

Velazquez'in hüzünlü gözleri. Arkada Kral ve Kraliçenin yansıması.

Kapıdan çıkmak üzere olduğunu düşündüğümüz Nieto Velazquez de bize dolaylı olarak kral ve kraliçenin yeni geldiğini anlatıyor. Kırık sağ ayağı ile kapıdan çıkmak için son adımını atmak üzere ve başını sanki birden çevirerek bu sahneye son bir bakış atıyor gibi, belki de kral ve kraliçeyi selamlıyor, kim bilir. Diego Velazquez’e yakından baktığımızda ise boynu eğik ve düş kırıklığına uğradığı anlaşılan gözleri ile modellerine (aynı zamanda biz izleyecilerine) bakmakta. Modellerin (kral ve kraliçenin) durduğu nokta ise aynı zamanda ressamın ve biz izleyecilerin de buluştuğu nokta. Bu tek noktada kraliyet, ressam ve izleyici birleşiveriyor. Ressam kendisine hem öznel hem nesnel hem de üçüncü şahıs gözüyle bakıyor aynı anda. Bu bizi karşı konulmaz bir tekilliğe sürüklüyor. 

Velazquez’in boynu bükük, hayal kırıklığı halini ve yüzündeki zoraki tebessümü anlamamız için bize bir imkan sunduğunu düşünüyordum. Bu açıdan bakıldığında ne Foucault’nun ne de diğer yorumcuların bu garip duruma  tam bir açıklama getirmediğini farkettim.  Geçtiğimiz aylarda Dr.Serpil Aygün’ün Cer Modern’deki Las Meninas söyleşisine katıldığımda bu çok katmanlı tablo üzerine başka ipuçları bulabileceğimi tahmin ediyordum. Dr.Aygün söyleşide, Velazquez’in soyluluk takıntısı olduğunu, yıllarca mahkemelerde bunu kanıtlamak için uğraş verdiğini, bu amaçla yüzlerce şahit göstermeye gidecek kadar saplantı haline getirdiğini anlatınca kafamdaki bulmaca çözülmeye başladı. İşte o anda yıllarca okula giderken bindiğimiz Macar yapımı belediye otobüslerinin kapısında yazan “Acil durumda açmak için EL’e doğru çeviriniz” yazısının anlamını çözdüğüm günkü gibi mutlu hissettim kendimi... 

Öğrencilerime pek öğüt veremesem de arada sırada neyi analiz ederlerse etsinler, tarihsel bağlamından kopuk olarak yaptıkları takdirde sonuç alamayacaklarını tekrarlardım. Nedimeler’e kendimin de tarihsel bağlamından kopuk olarak baktığımı farkettim o anda. Gariptir, Foucault da tabloyu özel isimlerden soyutlayarak incelediği için öyle bakmış olmalıydı. Oysa artık en azından benim öznel bakışımda kapı aralanmıştı. 

Hayatının son döneminde çizmiş Velazquez Las Meninas’ı. Yani, o çok istediği soyluluk ünvanına ulaşamayacağını artık anladığı, ümidinin kırıldığı ama diğer yandan da sanatsal olgunluğa ulaştığı günlerde. Kendisini kraliyet mensuplarının durduğu noktaya yerleştirerek kendi cismine doğru bakışı o nedenden kanımca. Kendisini soyluluk penceresinden izleme arzusu diyebiliriz buna. Gerçek hayatta ulaşamadığı soyluluğa, hayal dünyasının yansıması olan tablosunda ulaşmak yani. Peki sadece ressam için mi geçerli? Velazquez biz seyircileri de tablonunun karşısında aynanın önünde durmaya zorlayarak aslında hepimize hayata soyluların gözünden bakmanın “tadını” yaşatıyor. İnsanlığı soylu soysuz diye ayıranlara inat gibi. Başka açıdan bakmamızı isteseydi, Foucault’un da dediği gibi "aynaya sahnenin tam bir ikizini de yerleştirebilirdi", Velazquez. Ancak bakış çizgilerinin buluştuğu, tek bir sihirli nokta size bunları yaşatabilir. Tablonun sağ köşesinden bakmaya çalışırsanız, aynada da sadece tuvalin yansıması olduğu kanısına varabilirsiniz ve tablodaki anlam toptan kaybolabilir. Burası tablonun ikinci Velazquez (ve seyirciler) katmanı.

Perspektif kaçış (kaybolma) noktası

Peki tablonun anlatmak istediği bu kadarla sınırlı olabilir mi? Bence hayır. Nieto Velazquez’in arka taraftaki kapıdan çıkarken attığı o son bakışını incelemedik henüz. Nieto neden tablo perspektifinin kaçış (kaybolan) noktasında (***) duruyor? Neden karanlık olması beklenen o çıkış, sarı sıcak bir ışığa boğulmuş durumda? Sonuçta tablonun çizildiği mekana merdivenlerden inilerek girilmesi, tersinden bakarsak yeraltından yer üstüne çıkışın bir simgesi değil mi? 

Nieto Velazquez'in son bakışı
Nieto, o son bakışını attıktan sonra arkasını bu aleme dönecek ve ışığa doğru yönelecek. Bu anda ressamın da aslında sırtının kral ve kraliçenin aynadaki suretlerine dönük olduğunu farkediyoruz; gerçek hayatta mümkün olamayacağı şekilde.  Kanımca bu ışığa doğru çıkışın sergilendiği üçüncü katman, Platon’un yalancı siluetler aleminden (yeraltı atölyesi = mağara) gerçekler alemine çıkmayı düşleyen Velazquez’in ruhunu temsil etmekte. Geride bıraktığı ise kral ve kraliçenin aynada asılı kalmış suretlerinden başka bir şey değil, aynen Platon’un mağarasından aydınlığa çıkmakta olan filozofun geride bıraktığı gölgeler gibi. Nieto’nun resime yerleştirilmesinin basit bir isimsel alegori dışında başka bir sebebini bulamadıysam da, Foucault’un çok doğru tespitine katılmamak mümkün mü: “Açık kapıdan görünen adamın boyu posu ve güçlü endamı bu soluk, küçümen siluetlere meydan okur.” Tek farkla, meydan okuyan Nieto değil, ressamın ruhudur kanımca. Bu farka da şaşırmamak gerekir, zira Foucault için özel isimler “hile”den başka birşey değildirler; “…o zaman işte özel isimleri silip görevin sonsuzluğu içinde kalmamız lazım.” Oysa burada özel isimleri çıkarınca anlamın çoğu da kaybolmuyor mu?

Yalancı suretler ve siluetler aleminden sıkılmış yaşlı ve düş kırıklığı içindeki olgun ressamın, kendisini hor gören soylulara verdiği asil bir cevaptır, “Nedimeler”. 


Ender Şenkaya

Temmuz 2018



(*) Michel Foucault, Les mots et les choses: une archéologie des sciences humaines (Paris: Gallimard, "Bibliothèque des sciences humaines" dizisi, 1966) içinde.
(**) Michael Jacobs, Velázquez’s Las Meninas: much more than meets the eye, The Guardian
(***) Joel Snyder (June 1985) Las Meninas and the Mirror of Prices