Paramparça'yı (In the Fade - Aus dem Nichts) tam da Almanya’da tartışmalı NSU davası kararları ve Mesut Özil tartışmalarının gündemde olduğu günlerde izlemek kısmet oldu.
Hukuk, adalet, önyargılar ve özellikle de “yabancı olmak” üzerine, hayatta olsa Kieslowski’yi kıskandıracak görsel bir başyapıt ortaya çıkarmış, Akın. Filmi izlemediyseniz uyaralım, hayli spoiler içerir yazının geri kalanı.
Yeni Hayat Mümkün mü?
Kendisinden “ot” satın alırken tanışıp aşık olduğu Nuri Şekerci’yle (Numan Acar) hapishanedeyken evlenecek kadar tutkuyla sevecek Katja’nın (Diane Krueger’e Altın Palmiye geldi bu rolü ile) öyküsü, Paramparça. İkinci kuşak göçmen ve eski uyuşturucu kaçakçısı “yabancı” Nuri’den “iyi baba ve iyi eş” çıkar mı? Bu çatışma filmin giriş geriliminin baş aktörü. Yani tamamen "yeni bir hayat mümkün mü?" sorgulaması.
Nuri, hapisten çıktıktan sonra kurduğu işyerinde yine göçmenlere hukuki danışmanlık vermektedir. Katja arkadaşı ile Türk Hamamına gitmek için oğlu Rocco’yu Nuri’nin yanına bırakacaktır. O sırada bombayı hali hazırda işyerinin önüne bırakmış olan Eda Möller ile biran göz göze gelir ve konuşur. Katja kültürel geçişimlerin göstergesi olan hamamdayken patlatılan bomba ile Nuri ve Rocco paramparça olurlar. Paramparça olan - ya da Almanca ve İngilizce’deki anlamıyla solup giden- sadece onlar değil Katja’dır aslında. Katja, bombayı bırakan kişinin konuştuğu kadın olduğunu düşünmektedir.
Katja’nın içinde oluşan boşluk, kendisini iyi anne olamamakla itham eden Nuri’nin ailesi ve zaten suçlu olduğu sabit olan “yabancı” Nuri’yi eş seçmesinden ötürü suçlayan kendi annesinin arasında iyice derinleşir. Bu da yetmez, üzerine malum suçlu Nuri’nin yasadışı ilişkilerini sorgulayan ve evinde arama yaparken Katja’nın biraz da şoku hafifletmek için kullandığı kokaini bulan Alman polisi de eklenecektir. Zaten eski suçlu Nuri nasıl olup da bu kadar lüks bir yaşam sürebilir ki? Bu tür yaşamlar ancak “beyaz sahipler”e uygundur. Bu kadar refah, “yabancı”nın karanlık ilişkilerinin bir sonucu olsa gerektir.
İçimizdeki Kara Delik
Diane Krueger |
Herşey bu kadar ters giderken, sorumluluk hisseden bir babanın kendi oğlunu ihbarı ile olayın bir Neo Nazi kundaklaması olduğu yönünde güçlü deliler bulunur. Katja ilk öngörüsünde ne kadar haklı olduğunu düşünür. Olayın birinci dereceden tek tanığı da aynı zamanda müşteki durumundaki Katja’dır. Sanıklardan birinin garajında bulunan parça tesirli bomba yapımında kullanılabilecek çivi, gübre, dizel yakıt ve “korkak” olarak nitelediği Neo Nazi oğlundan utanan babanın tanıklığı ile sanığın sevgilisi Eda ile olaydan önce göz göze gelen Katja’nın şahitiliği adaletin tecelli edeceğine yönelik ümit çiçekleri açtıracaktır.
12 Öfkeli Adamı aratmayacak gerilimde çekilmiş mahkeme sahnelerinde ise katı hukuki mantık ile duygusal iyi niyet karşı karşıyadır artık. Sanıkların avukatı hem çirkef hem de çetin cevizdir; canlandıran Johannes Krisch’in hakkını yememek gerekli. Katja ve Nuri’nin evinde kokain bulunması olağan yabancı şüpheliliğini güçlendirirken, şahitliğini değersizleştirecek, babanın ihbar ettiği garajın anahtarının herkesin bulabileceği bir taşın altında tutuluyor oluşu, garajda bulunan bomba malzemelerinin tadilat ve bahçıvanlıkla meşgul olunan her evde bulunabileceği varsayımı ile Rum altın Şafak partisi üyesi bir kişinin yalan olduğu tahmin edilen tanıklığı gibi nedenler, sanıklar açısından sadece şüphe oluşturacak niteliktedir, kanıt değil.
Bundan sonra olanlar, NSU davası kararı açıklanmadan önce çekilip vizyona girmiş de olsa Paramparça’yı geleceğin habercisi olarak doğrular nitelikte. Hukuğun Latince prensibi “in dubio pro reo“ yani “şüpheden sanık yararlanır” kuralı işleyecek, hakim “suçsuz olduklarına inanamasa da” sanıkların beraatine karar vermek zorunda kalacaktır. Bir hukuk ülkesinde -biz alışık olmasak da- sanığın suçsuzluğunu kanıtlaması gibi bir durum söz konusu değildir ne de olsa.
Adalet ve Cesaret
Hukuki olan adil midir aynı zamanda? Akın’ın filminin sonuç bölümünün temel yapı taşını bu soru oluşturuyor. Hukuk ve adalet kavramlarının bu yönünü sorgulamayı ve izleyicisine sorgulatmayı başarıyor, Paramparça.
Hukuk, bir toplumsal sözleşme olan anayasal düzenin bir aracı ve adalete giden yollardan sadece birisidir. Herkesin kendi adaletini uygulamak zorunda kalmayacağı bir toplumsal sözleşmenin parçası yani. Peki toplumsal sözleşmeler her zaman derin acıların soğutulmasına kafi gelebilir mi? Hukuğun olmasa bile adaletin acıları soğutmak gibi bir görevi yok mudur?
Adaletin kendisi, Katja’nın seçeceği cesur yol gibi çok farklı şekillerde tecelli edecektir. Giriş bölümündeki korkaklığın karşısına cesaretin konulduğu son bölümde; intikam yöntemi de farklı olacaktır.
E olayın Mesut Özil’le ne ilgisi var? İkinci kuşak "yabancı" olması dışında İlgisi yok, yazıyı okuyun diye koymuştum. Ama şunu söylemeden edemeyeceğim, “kazanırken Alman, kaybedince göçmeniz” demişti ya Özil, Fatih Akın ödül alamadığı zamanlarda böyle mi düşünüyor, merak ediyorum.
Ender Şenkaya
Ağustos 2018