World in my Viewfinder

1 Temmuz 2022 Cuma

Gironde'nin Bağ Rotaları

Dünya'da şarap denilince akla ilk önce Fransa, Fransa denilince de herhalde önce Bordeaux şarapları gelir. Uzun bir pandemi dönemi sonrası (!?) biraz durgunluğumuzun pasını atmak biraz da ülkenin ağır gündeminden kırlarda uzaklaşmak için işte o ünlü Bordeaux şaraplarının üretildiği Gironde halicini de içine alan Akitanya bölgesinin bağ rotalarını görelim, bölgenin tarihi ve kültürü hakkında fikir sahibi olalım dedik. Bakalım şarap kültürümüze ve evde üretimimize ek fayda sağlayacak bir şeyler öğrenebilecek miyiz?  


27 Mayıs - 1 Haziran 2022

Yaş ilerledikçe değişen beklentilerimize koşut olarak, yaptığımız seyahatlerin de kapsamı değişir oldu. Artık albenisi yüksek, turist akınına uğrayan, mutlaka bir "old town"u olup, meydanlarında vakit öldürülen ya da vitrin gezilen ikonik şehirler yerine, köylerinde, kırlarında doğal güzelliklerini ve daha az dejenere olmuş kültürlerini yaşayabileceğimiz yerleri tercih ediyoruz. Bu açıdan bakıldığında bir tarz olarak da "French Country"ye esin olmuş bir ülke, Fransa, üç yıla yakın seyahat arasından sonra ilk durağımız oldu. Provence, ve French Riviera'sı olarak adlandırılan sahillerine göre daha az tanınan, Atlas okyanusu kıyısındaki Akitanya ( Nouvella Aquitaine) eyaleti ve bölgeden geçen iki ünlü ırmağın uç noktası Gironde haliciyle çevresinde yer alan ünlü Bordeaux şaraplarının üretildikleri bağların bir alternatif olacağını öngördük. Gerçekten de Fransa ve Fransızlar ile ilgili önyargılarımızı değiştiren bir seyahat oldu. Ama bu seyahate başlamak hiç de keyifli değildi. 

Pandeminin Pasını atmak 
Üç yıl aradan sonra havaalanının yolunu bulmak, aracı uygun şekilde park etmek, online checkin yapmak gibi standart prosedürleri tekrar hatırlamak gerekti; bir de Türk Hava Yollarının pandemi döneminde değişen uygulamaları ile tanışmak. Yeni uygulama ile online checkin için sistem bütün boş koltukları göstermiyor ve rasgele atadığı bir koltuğu ücretsiz sunuyor, ama bir sorun var: eşimin yanında oturmak için ilave ücret ödememin gerekmesi gibi.  Muhteşem Türk Havayolları bilgi işlem sisteminde eşimle "seyahat arkadaşı" olarak kayıtlı olsak bile PNR'larımız farklı olduğu için bizi yan yana  oturtmamaya karar vermişlerdi. ek ücret ödeyerek yan yana koltuk seçmeyi başarabildik. Acaba THY bu seyahat arkadaşlarını neden not ediyordu? Fişleme için olsa gerekti herhalde. Tabi bu absürd durum sadece giderken gerçekleşti, dönüşte talebim üzerine en azından pandemi ile ilgili tüm önlemler kaldırılmıştı. Nasıl mı? Anlatayım. Yola çıktığımız tarihte uçuşlarda halen maske takma zorunluluğu vardı ama uçuş ekibi de pek aldırmadığı için kurala yine sadece uyan birkaç "vatandaş" olunca ve biz de Fransa'ya gitmekte olduğumuzdan, Napolyon'un bir sözüne gönderme yaparak "uygulanılamayacak kuralları koymanın hiç kural koymamamaya göre daha zararlı bir etkinlik" olduğunu bir geri bildirim formu ile paylaştım. Hayatımda gördüğüm en hızlı cevabı dolaylı olarak aldım; dönüş uçuşumuzdan birkaç gün önce, pandemi ile ilgili tüm kısıtlamaların kalktığına ilişkin bir mesaj aldık. Sağlık Bakanlığına kadar her seviyede beni duymuş olmalılardı! Dönüş uçuşunda da ödül olarak en azından birlikte oturacak şekilde çok arkalarda olsa da bir yer sundular, yine de ön taraflarda ciddi hastalık belirtileri gösteren bir yolcuyu tam arkama oturtarak gerekli hediyeyi takdim etmeyi unutmadılar. Ön taraftaki yolcuların sağlığı tabii ki arkadaki marabalardan daha kıymetli olsa gerekti. Uçuşu maske takan üç-beş kişi arasında tamamladık. Bunun üzerine bir geri bildirim formu daha doldurdum ve "kıymetli çok ve bol maaşlı THY yönetim kurulu üyelerinin arada (first class yerine) en arka sıralarda oturarak  uçuşlarındaki keşmekeşe şahitlik yapmalarını talep ettim. Aradan geçen üç hafta zarfında bir dönüş yapmadılar, heyecanla bekliyorum cevaplarını.
 
Tabii şehirden uzak, kırsalda daha ekonomik bir tatil yapmak ve kısa süreniz içinde olabildiğince çok yer görmek istiyorsanız bir araç kiralamanız şart. Araç kiralama şartlarında pandemiden dolayı bir değişiklik görmedim; uzun kuyruklardan sonra sıranız gelip de deske ulaştığınızda size en pahalısından bir sigortayı da önceden satın aldığınız kiralamaya ekleme yapmanız için sıkı bir markaj uyguluyorlar. En son Los Angeles'daki keşmekeş sonrasında (Ansel Adams'ın Peşinde), kafamı rahat ettirmek için aracı kapsayacak bir de tam sigorta satın aldım. En ucuz aracı seçmiş olduğumdan “nasıl kazık atacaklar bu sefer?”gibisinden de bir endişem yoktu. İyi ki almışım. Daha havaalanı araç kiralama şirketlerinin otoparkını çıkamamıştık ki, kontrolden çıkmış halde eğimli yolda ilerleyen market arabası ve üzerine “bindirilmiş” siyahi beş yaşlarında bir kız çocuğunun sağ taraftan hızla çarpışma noktasına doğru geldiğini fark ettim. Hızımı arttırınca bana önden değil, arkadan çarptı, çarpmasaydı anayola doğru ilerlemeye devam edecekti. Sözde babası olacak şahsa sadece korna çalıp devam ettim. Araçtan inmeme gerek yoktu, sigortam vardı ya. 

Bordeaux havaalanından çıkıp konaklayacağımız Bourg Sur Gironde köyüne doğru yollandık. Bir müddet şehir trafiği sonrasında özlediğimiz köy yollarına çıkmıştık. 

Neresidir bu Akitanya? 
Köyler, komünler, kazalar, vilayetler, şehirler gibi idari yapılanmalar içinde kaybolmadan, bu noktada Fransa'nın yönetimsel yapılanması hakkında kısa bir bilgi vermekte fayda var. Akitanya Julius Caesar'ın Glayalılarla çok uzun savaşlar sonucunda, MÖ birinci yüzyılda Roma'ya katabildiği bugünkü Fransa’nın okyanus kıyısındaki güneybatı bölgesi ve 26 ayrı idari bölümünden (eyaletinden demek daha doğru olabilir) biri. O dönemden beri dış tehditlere karşı en dirençli topluluklarından sayılan İspanya’nın Bask bölgesi ile de karadan komşu. Direnişin sembolü olan insanların aynı bölgede yan yana yaşıyor olmaları çok tesadüf olmasa gerek. İsim köken itibari ile belki sadece sudan (aqua) belki de arkaik dönemdeki ismi Gine'den (Guinea) geliyor olabilir ki böylece, eski Fransız sömürgesi Yeni Gine'nin isminin de bu bölgeden çıkartıldığını öğrenmiş oluyoruz. Bizim yolculuğumuz bu Akitanya eyaletinin beş vilayetinden birisi ve bağcılığın merkezi Gironde ile sınırlı. Bu yönden bakıldığında Bordeaux da, adını içinden geçen Gironde halicinden alan Gironde vilayetinin metropolü olarak ortaya çıkıyor.
 
Gironde'nin sağ ve sol yakalarında temel "terroir" adlandırmaları (decanter.com)

Yaklaşık 750 milyon şişe ile, Dünyanın en büyük şarap üreticisi Fransa'nın, en önemli bağcılık merkezleri de Gironde nehri etrafındaki 120.000 hektara (thewineandmore.com) yayılan alanda yer alıyor. İşte tüm bu bağcılık faaliyetleri Gironde halicini besleyen Dordogne ve Garonne ırmakları arasında ve çevresinde kalan bölgede hayat buluyor. Gironde üzerinden taşınan alüvyonların oluşturduğu verimli teraslar Bordeaux bağcılığının da hayat damarı niteliğinde.  Üzüm, cansuyuna (belki de aquitanne'dan kasıt bu olsa gerektir) dönüşüyor. Biz de Blaye kazasının en önemli bağcılık merkezi ve Cotes de Bourg olarak adlandırılan şaraplarıyla ünlü Bourg Sur Gironde köyünde (komününde) kalacağız.

Sağ ve Sol Yaka
Kökeni devrim sonrası Fransız parlamentosundaki oturma düzenine kadar uzanan sağ-sol politik ayrımı, benzer bir rekabeti şarap üretimine de taşımış; akış yönüne göre solda yer alan Garonne ile sağda yer alan Dordogne'nin kollarının etrafında kümelenmiş bağlar, Atlas Okyanusunun Eski Kıtanın içlerine kadar sokulduğu bu alanlarda farklı rayihalar ve tanenlerde ürettikleri sayısız şarap çeşidii tüketicilerin beğenisine sunuyor. Bölgedeki bağcılığın kökeni Gal-Roma dönemine kadar uzansa da, asıl büyük gelişme İngiliz hükümranlığı döneminde Akitanyalı Elanor zamanında, on ikinci yüzyılda başlıyor. Hollandalıların on yedinci yüzyılda şaraba dayalı ticareti Karaiplere kadar uzatmasıyla bölgenin ürettiği ekonomik değer de katlanarak büyümüş.

Bölgeleri birbirinden ayıran ve tatlı bir rekabete sürükleyen beş kadar farklı şarap sınıflandırması olsa da, Sol yakada, başı Medoc (Fransızca zaten "sol" anlamına geliyor) çekerken, Sağ yakanın merkezi St.Emillion olarak öne çıkıyor. Her iki yakada da eşleştirilen farklı üzüm çeşitleri ve eşleştirme oranları biraz da teroir (toprak niteliği) nedeni ile birbirinden ayrışmış. Bazı kaynaklarda, Atlantik esintilerinin daha çok hissedildiği sol yakanın bu nedenle farklı olduğuna da değinildiği oluyor. Kavram olarak terroir daha çok toprak kaynaklı olsa da aslında o yörenin bütün şarap üretim kültürünü simgeleyen daha geniş bir tanıma sahip. Bu nedenle her sınıflandırmanın altında bir de üretilen şarabın “terroir” menşeini belirten adlandırma (appelation) oluyor; Cote de Bourg, St.Emillion, Paulliac vb. Her bölgede şaraplar "AOC"* menşe koruma sistemi ile sertifikalandırılıyor; yani her üretici şarabının o bölgeye ait olduğunu ya da menşeini kanıtlamak zorunda. Bu nedenle her şarap şişesinin en üstünde, hangi sınıflandırma sistemine tabii olduğu, hangi şatoda üretildiği ve menşe adlandırması yer almak zorunda. Sadece Bordeaux bölgesinde 60 kadar şarap menşei belirlenerek sertifikalandırılmış. 

Çok kaba bir ayrım yapılacak olursa, Medoc şarapları daha tanenli olan Cabernet Sauvignion türü üzümlerin diğer üzümlerle (Merlot, Petite Verdot vb) karıştırılmasıyla elde edilirken sağ yakada amiral gemisi olan Merlot, daha çok Cabernet Franc gibi duruluk ve tazeliğin sembolü olan üzümlerle eşleniyor. Şarap üretme sanatının tüm incelikleri de bu eşleştirmeler sırasında sergileniyor, dudakta başlayıp, damakta devam eden ve gırtlakta sona eren o uzun yolculuğun sırları ise öyle herkese açık değil.  Her şatonun farklı üretim gelenekleri olsa da genel olarak ana üzümlerin eşleştirmelerdeki oranlarının %70 ile %85 aralığında değiştiğini söylemek çok yanlış olmayacaktır. 

Bourg Sur Gironde

Kalacağımız köy villasının müştemilatına bir Cuma günü akşamüstü 7 sularında varıyoruz. Pandemi nedeniyle içinde mutfağı olan ve yemeklerimizi kendimiz hazırlayabileceğimiz bir köy evi çok elverişli oldu. Ancak, vardığımız saatte açık bulabileceğimiz herhangi bir market kalmamış olduğundan ilk gün köyün meydanındaki restoranları deneyelim istedik. Ama buradaki restoranlar, hemen komşu Bask bölgesindeki restoranların açıldığı saate (akşam 10 gibi) çoktan kapanmış oluyor. Öyle geceye kalan ve oradan sabahın ilk saatlerine taşan bir hayat akışı olmuyor, köylerde haliyle. 

Bourg, dünyanın en uzun halici olduğu ifade edilen Gironde'nin başlangıcında, Garonne ve Dordogne ırmaklarıyla Y şeklinde birleştiği noktada yer alan, tarihi de ortaçağa kadar uzanan küçük bir köy, ya da Fransızlara has idari sınıflandırma ile bir komün. Konumu itibari ile yüksek ve alçak gelgitlerin birbiriyle sürekli savaş halinde oldukları bir yerde; sular yükselirken Atlas Okyanusunun tuzlu sularının içerilere kadar girdiği, alçalırken de ırmakların tatlı sularının hakimiyeti tekrar ele geçirdikleri noktada bulunuyor. Bu bitmek-tükenmek bilmez savaş, sadece su canlılarının çeşitliliğini değil, tüm bir toprağı (terroir) ve onun ürünlerini de etkiliyor ve bu etkileşimden Cotes de Bourg namlı şaraplar doğuyor. 

Tarihsel olarak stratejik öneme sahip ve Blaye'den başlayan savunma hattının devamında kaleiçinde yer alan komün, ana hatları ile bir kilise ve onun etrafına yerleştirilmiş bir pazar yeri ile köy meydanından dik bir rampa ile küçük limana ulaşılan parke yolları, belli bir armoni içinde boyanmış taş evleri, sokaklar boyu arkadaşlık eden, olmazsa olmaz kedileri, limana bakan bir pub, ve birkaç restoran ile ortaçağlardan gelen özelliklerini bir şekilde korumayı başarmış. Burada Fransa'nın alışılagelmiş yoğun turist popülasyonundan eser yok; çok umurlarında olduğunu da sanmıyorum bu durumun. O nedenle dışarıda yemek veya marketlere gitmek istiyorsanız mutlaka açık oldukları saatleri -google'dan- kontrol etmenizde fayda var. Restoranlar bile genelde haftada üç ya da dört gün, o da belli saat aralıklarında çalışıyorlar. Gerçek bir Cittaslow tarzı yaşamla karşı karşıyayız. Her şey, hasat zamanını bekleyen sabırlı üzümler gibi son derece yavaş akıyor. Doğanın döngüleri ile insanın yapay döngüleri arasındaki fark azalıyor. Bu hali ile pek çok yeri hızla görmek isteyen aceleci turistler için biçilmiş kaftan bir lokasyon olduğu söylenemez elbette. Köyün canlılığı, Gironde üzerinde cruise yapan nehir gemilerinin uğradığı akşamlarda bir miktar artıyor; tabii o zamanlarda bile gece 11 sonrası açık bir mekan bulmanız mümkün olmuyor. 

Emperor Köprüsü
Cumartesi akşam üzeri “gelmişken görmemek olmaz” diyerek birkaç saatliğine Bordeaux’ya da uğruyoruz . Hemen tüm aktiviteler kıyı şeridinde ve ona paralel uzanan bulvarlar üzerinde toplanmış. Kıyıda çocukların oyun alanı “mirror” havuzu akşam saatlerinde fotojenik manzaralar vaadediyor. Bir diğer önemli noktası ise, ordularını İspanya’ya doğru sorunsuz geçirmek isteyen Napoleon Bonaparte’ın talimatıyla -sonunu göremeyecek olsa da- Garonne üzerinde yaptırdığı köprü. Bugün de Imparator (Emperor) Köprüsü olarak adlandırılan köprüyü on yedi adet kemer taşıyor; imparatorun adındaki harf sayısına ithafen. Şehir yaşantısı haleti ruhiyemizi bozmadan geri dönüyoruz elbette. 
 
Bourg'un Pazar günü sabahları ise bir şenlik. Köy meydanı, kurulan pazar yeri ile olmadığı kadar hareketleniyor. Kilosu 4 euroya patates, 10 euroya Cezayir kayısısı bulmanız mümkün. Ama asıl insanları çeken ürünler istiridye ve hazır payelle satıcıları. İstiridyeler o günü kutlamaya ayıranlar tarafından hızla kapışılıyor. Payelle ise komşu İspanya'daki örneklerini aratmayacak kadar güzel olabiliyor. Pazar günü şenliği köy orkestrasının konseri ile bir pub'ın önünde devam ediyor. Konser sonrası tüm mekanlar hızla kapanıyor, öğleden sonra ise tüm o hareket sanki hiç yaşanmamış gibi derin bir sessizlik parke taşlı sokakların üzerine çöküyor

Biraz dinlemek üzere eve döndüğümüzde evsahiplerimiz kendilerini ziyarete gelen oğulları ve gelinleri ile beraber geçirdikleri Pazar günü aile toplantısına nezaket gösterip bizi de davet ediyorlar. Güzel şaraplar ve peynirler eşliğinde yolculuklarımızı birbirimizle paylaşıyoruz. Paris’in göbeğinde Opera binasının yanındaki dairelerini satıp dönümlerce arazisi olan bu köy villasını satın almışlar ve kendileri restore etmişler. Bugün de kiraya verdikleri müştemilatların tüm işlerini ilerleyen yaşlarına rağmen kendileri görüyorlar. 

Bu hoş ve beklenmedik sürprizin ardından biz de yakındaki Blaye'ın yolunu tutuyoruz.

Blaye'da
Blaye, Gironde vilayetinin büyük kazalarından birisi. Önemi ve tarihi, Fransa topraklarının kuzeyli kavimlerin yağma ve istilalarına maruz kaldığı ortaçağın başlangıç dönemine kadar uzanıyor. Bölgenin stratejik önemini ilk değerlendirenler Romalılar olmuş, ve bugünkü kalenin olduğu noktada bir uç karakol kurmuşlar. Dokuzuncu yüzyılın başından itibaren özellikle Seine nehri üzerinden Paris’e ilerleyen Vikinglerle (Ragnar Lothbrook başta olmak üzere) tanışan Fransızlar için kuzey ve batıdaki kıyılarının korunması her dönem sorun olmuş. Özellikle Vikingler’in Britanya kıyılarının ardından daha güneye inerek yağma alanlarını Gironde gibi uygun haliçleri kullanarak iç kesimlere uzattığı dönem sonrası bölge onikinci yüzyıldan on beşinci yüzyıla kadar (1453) İngiliz hakimiyetinde kalmış. Bordeaux limanı önem kazanıp ticaret merkezi olmaya başlaması ile XIV.Lois, bu ticaretin bir daha tehdit almaması için Blaye’da bir savunma hattı kurulmasını istemiş. O dönemdeki 3 km’lik top atışı menzilleri tüm Gironde’yi kontrol etmeye yeterli olmadığından, nehrin ortasına bir yapay ada ile tam karşı tarafta halicin sol yakasına da Fort Medoc (soldaki kale) inşa edilmiş.  Sağ yakadaki Blaye’de ise hem dış hem iç surları ve aradaki dev açıklıklı hendek ile o dönem için çok güçlü bir tahkimat yapılmış. Bu yönü ile Blaye ve kaleiçi Unesco Dünya Mirası listesine alınmış.  

Bir Pazar günü vardığımız Blaye’de, kaleiçinde  bizi bir sürpriz bekliyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında özellikle Normandiya çıkartması sonrası Amerikan ordusu ve Fransız direnişçileri ile beraber kullanılan mekanda o günleri yansıtan bir canlı müze sergilemesi vardı. Kumanya sırası bekleyen askerlerden, ilk yardım çadırlarına, ambulanslardan, sahra tipi muhabere noktalarına, ve dönemin en ünlü zırhlı araçlarına  kadar tüm bir savaş mizanseni gönüllülerce tekrar yaşatılıyordu. Bir tatbikat şeklinde icra edilen etkinlikten gördüğüm kadarı ile, Fransa bir sonraki savaş için hazırlıklarını tamamlamıştı(!). Bu arada Normandiya çıkartması sonrası çekilmekte olan Alman birliklerinin, müttefik donanmalarını durdurmak için tüm Gironde üzerinde 200 kadar gemiyi batırarak bu geçişi kapattığını ve birkaç saat içinde oluşturulan gemi enkazlarının savaşın ardından yıllar süren çalışmayla teemizlenebildiğini de ekleyelim.  Halen çıkartılamayan 80 kadar geminin enkazı sular çekildiğinde görünür oluyormuş. Etkinlikten habersiz olduğumuz halde şansımızın çok yaver gittiği bir gündü. Bir sonraki gün mekana tekrar döndüğümüzde, tüm bu hengamenin ve gösterinin izlerine bile rastlamayacaktık. 

Konumu gereği Gironde’ye en hakim noktada yer alan kale surlarında yürürseniz hem tarihi güç mücadelelerini hayalinizde canlandırabilir, hem de bol alüvyonlu ve siltli suların süslediği manzarayı izleyebilirsiniz.  Halicin ortasına dolgu olarak sonradan inşa edilmiş tahkimatları görmek isterseniz adaya giden tekne seferleri de mevcut. 

Kıyıdaki bağ rotalarını izleyerek konakladığımız Bourg’a döndüğümüzde, hayatın tamamen evlere çekildiğini, sokakların ise sadece kedilere kaldığını görüyoruz. Hazırlıklı olmasak içecek su bile bulmak mümkün değil. İyi ki sabah pazar yerinden aldığımız payellemiz var akşam yemeğine.


St.Emilion ve Bağları
Seyahatimizin üçüncü gününü sağ yakanın şarapçılık ve sınıflandırma merkezi St.Emillion’a ayırdık. Bourg'a yaklaşık bir saat mesafedeki bu yerleşim yeri, etrafındaki yüzlerce şato ve onlara ait bağlarla beraber, şarap tadımı amaçlı seyahat edenlerin deyim yerinde ise hınca hınç doldurdukları bir köy (komün). Araç park yerinde yer bulmak da mucizeye kaldığından köy dışında bir yol kenarına park edip Gotik tarzda inşa edilmiş ana çan kulesinin yanından başlayan dik merdivenlerden köyün meydanına doğru ilerliyoruz. Tarihi, on ikinci yüzyıla kadar uzanan köy, üst ve alt taraf olarak bu merdivenlerin birleştirdiği iki ana bölümden oluşuyor. Bu merdivenlerin yapı taşlarının, şarap almak üzere kente boş gelen  gemilerin ambarlarını şarapla doldurduktan sonra geride bıraktıkları balast taşlarından yapıldığı söyleniyor ki, kireç taşlarının yanında yerini bulunan Kuzey Avrupa'ya ait büyük çakıl taşları da bu tezi doğruluyor. Köyün aslında bir Dominikan tarikatına ait manastırın da duvarı olan dış duvarları ile iç duvarları arasında ortaçağa yakışır bir de hendek bulunuyor. Bir zamanlar bu hendeklerde timsahlar gezdiğine dair bir bilgiye ise rastlamadım. Bu duvarlar da ilk olarak on dördüncü yüzyılda inşa edilmişler ve 1337-1453 yılları arasındaki İngiltere ile yapılan Yüzyıl Savaşları sırasında yıkım görmüşler. Fransızların topraklarını geri kazanmaları ile sonuçlanana bu savaşların, İstanbul'un fethi ile aynı yılda sona ermiş olması pek tesadüf olarak görünmüyor. 

St.Emillion, yukarıda da değindiğimiz gibi beş kadar ana şarap sınıflandırma sisteminden birine de ev sahipliği yapıyor ve kendi içinde de temel olarak “terroir”ı belirleyen alt adlandırmaları var. Köyün her köşesi tadım yapılan dükkanlar ve farklı üreticilerin "asorti" şarap setleri ile dolu. Şatoları ziyaret etme şansı bulamayanlar için uygun bir alternatif sunuluyor buralarda. Tabii bir de bölgeye yerleşmiş sanatçılar heykel ve resimlerini de sergiliyorlar. St.Emillion, bu hali ile Avrupa'nın pek çok büyük kentinde görebileceğiniz daha turistik amaçlı "old town"ları andırıyor. Araç girmeyen kaleiçi ve üst surları yürüdükten sonra havanın da haddinden fazla ısınmasıyla çevredeki bazı şatoları ve bağları görmek üzere yola çıkıyoruz; belki mahzenlerde biraz serinleyebiliriz. 

Aslında bağ rotalarını gezmek için Haziran başının doğru bir zaman olduğunu söyleyemeyiz. Hasat mevsimini ve onu görsel olarak taçlandırıp "ortalığa şan veren, sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar" ile yeni mayaya tutulan şarapların eşsiz kokularının tüm bir bölgeyi sarıp sarmaladığı Eylül sonu ile Ekim başını tercih etmelisiniz. İlla ki pek çok şatoda tadım yapmak istiyorsanız bir tur satın almanızı öneririm. Onun dışında şatolarda genellikle ücretsiz olarak bir geziye katılabilir ve ürünlerini tadabilirsiniz. Böyle durumların dezavantajı tur ve tadım sonunda kendinizi birkaç şişe şarap almaya mecbur hissetmeniz. Ülkeye ger dönerken kişi başı en fazla iki şişe şarap sokabilecek olduğunuz düşünülürse bu yöntem çok rasyonel olmayabilir. Akşamları pahalı restoranlar yerine kendi kiraladığınız yerde yemek yeme imkanınız varsa, bu gezilerde satın aldığınız şarapları tüketme şansınız daha fazla. Şato turlarından ise çok beklentiniz olmamalı. Genelde turların tamamında son derece standart ve hemen her kaynakta rahatlıkla bulabileceğiniz bilgiler veriliyor. Rehberlerin tüm şarap üretim sürecine -özellikle- çok hakim kişilerden seçilmediklerini düşünüyorum. Üretim sürecine özel ilgisi olan kişilerin, örneğin malolaktik fermantasyon hakkında bir detay sorusuna cevap verecek birisini bulabilmeleri zor olabilir :) Bu nedenle binlerce şato arasında gezerken vaktinizi sadece son ürüne ve tadıma ayırmanızda fayda var. Girişlerinde "degustasyon" yazısı olan şatolara rahatlıkla girip konuşabilirsiniz; eğer evdelerse ve bir parça aynı dili konuşma şansınız varsa. Genelde bölgenin hali-vakti çok yerinde şarap üreticilerinin, öyle sürekli yerlerinde durup "birkaç turist gelse de onlara şarap tattırıp iki şişe satsak" anlayışında olduklarını ve hepsinin de bu amaçla İngilizce falan konuşacaklarını düşünmeyin. En küçük ve mütevazi olanlarının bile yıllık üretimleri yüz bin şişeyi geçebiliyor.  Internetten rezervasyon yapılan şatolara ise zamanı ayarlayıp tam zamanında varmanız kolay olmayabilir, yolda karşınıza çıkacak ilginç alternatifleri de kaçırmış olursunuz. Yine de tam yerine gelmişken, tadım yapmadan alacağınız şaraplar kumar olur; hayır kötü falan çıkacağından değil ama damak tadınıza tam uymayabileceğinden tabii ki. Dünyanın en turistik bağ rotlarında gezerken toprağa nasıl saygı gösterildiğini de gözlemleyebiliyorsunuz; neredeyse tüm yollar bir buçuk şerit ve bir araçla karşılaşıldığında bir tarafın durup yol vermesi gerekiyor. Kimse birkaç asma kesip yolları genişletmeyi ve asfalt dökmeyi akıl edememiş demek ki!

Akşam saatlerinde oldukça yoğunlaşmış trafikte Bourg'a dönüyoruz. Fransızların öyle hız limitlerine çok uydukları söylenemez. Tabii rehin verdiğiniz kredi kartınızla yabancı bir ülkede araç kullanırken ekstradan dikkat sarfediyorsunuz ve bu dikkatiniz yerel kamyon şoförlerini bazen oldukça kızdırabiliyor; Fransa’da duble yolların keşfine de daha var anlaşılan. 

Gironde Tarzı Balıkçılık
Yeni doğan günün erken saatlerine, Bourg'un arka taraflarındaki bağlar arasında kısa bir yürüyüşle başlıyoruz. Bağ işçlileri sıcağa kalmadan işlerini bitirmek üzere gündoğumu ile çalışmaya başlamışlar. Öğrenciler kitapları kollarında yakınlardaki okullarına doğru yola düşmüşler. Sabahın hoş kokulu serinliği çiğ düşmüş asmalar arasında güneşi selamlıyor. Küçük bahçemizde yaptığımız kahvaltının ardından bugün üzüm ve şarap dışında bir etkinlikte bulunacağız. 

Gironde halici dünyanın en ünlü bağlarını sulamanın yanında, Fransa'nın havyar üretim merkezi olması ile de öne çıkıyor. Okyanus gelgitinin etkisiyle tuzlu suyun tatlı su ile karışıp biyolojik olarak "acısu" olarak adlandırılan karışık oluşum, kendine has su canlılarına ev sahipliği de yapıyor. Su canlılarının yanında bu sulak alanlar çeşitli kanatlıların da yuvası. Sonuçta gelgitler nedeniyle Y şeklinde birleşip Gironde’yi besleyen Dordogne ve Garonne ırmaklarının birleşim noktasına kadar tuzlu sular etki edebiliyor. Mutfaklardaki alternatifleri de çoğaltan Gironde'nin bu kendine has canlı türü çeşitliliğini gözlemlemek üzere seyahatimizin dördüncü günü halicin sağ kıyısında yer alan Port de Vitrezay ve Port de Conac'a (Coğnac değil) doğru yollanıyoruz. 

Gelgit etkisiyle değişen su yüksekliği Gironde etrafında ciddi bir nüfus yoğunluğu oluşmasını engellemiş. Kıyı boyunu takip ederek, Bourg - Bayon -Rouque de Thau - Blaye üzerinden yaptığımız yolculukta, halicin tuzluluğu arttıkça nüfus yoğunluğunun da aynı oranda düştüğünü gözlemliyoruz. Çoğu tek şritli köy yollarında bazen dakikalarca herhangi bir başka araçla karşılaşmadan önce Port de Vitrezay’a ulaşıyoruz. Anlaşıldığı kadarı ile bu bölge balıkçılık dışında daha çok hafta sonları mesire yeri olarak kullanılıyor. Bölgedeki tek tesiste okul gezisine getirilmiş ilkokul öğrencileri dışında kimsecikler yok. Kıyı promenadına girince karşımıza bölgeye özgü balıkçılık noktaları “carelette”ler çıkıyor. Gelgit nedeniyle,  kıyıdan halice doğru uzanan ve uzun ahşap kazıklar üzerine yerleştirilmiş ahşap iskelelerin uç noktalarına yerleştirilen kulübecikler ve onların önünde manuel vinçlerle indirilip kaldırılan ağlar ile daha çok yayın, müren, bufa balığı, granyöz, tirsi, mersin balığı ve diğer omurgasız türler avlanıyormuş. Mersin balıklarından elde edilen havyarlarla da Fransız havyarcılığı yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. İskelelerin üzerlerine oturduğu kazıkların yüksekliği de maruz kalınan gelgitin gücü hakkında fikir edinmemizi sağlıyor.

Kıyıda ise görmeden gitmemeniz gereken Danimarkalı heykel sanatçısı Gleb Dusavitskiy’nin “I bleive I can fly” isimini verdiği bir heykel var. Heykel, içine girdiğinizde anlam kazanıyor ve insanoğlunun özgürlük alanını genişletme arayışını başta hava ve suyla olan mücadelesi çerçevesinde sembolize ediyor.  Heykel Batı’ya baktığı için fırsat olursa günbatımında görmek daha ilginç olabilir. Aynı sanatçının İzmir’de de sergilenen “Promise” adında bir yapıtı olduğunu da ekleyelim.

Vitrezay’dan Port de Conac’a geçiyoruz. Burası daha da izole ve “carelette”ler dışında bir insan yapısı bulunmuyor. Kıyıdaki yürüyüş yolu Vitrezay’a göre çok daha doğal. Gironde üzerindeki yolculuğumuzu burada sonlandırıp giderek yaklaştığımız ünlü Cognac Köyüne doğru yola çıkıyoruz.

Cognac Köyü
Aslında köyden çok kaza olarak adlandırmalıyız bu Fransız tarzı komünü. Bakır imbiklerde çift distilasyon yöntemi ile üretilen ve meşe fıçılarda yıllandırılan brendiye adını vermesi ile (konyak) ünlenmiş bir kaza, Cognac. Tabii Fransız konyağını diğerlerinden ayıran temel özellik yine “terrior” ve orada yetişen zümlerin niteliği. Aynı şarap üretiminde olduğu gibi bu brendiye Cognac ismini vermek için yine AOC ve ACC** tarafından sertifikalandırılmış olması gerekiyor.  Bölgenin en ünlü üreticileri arasında Hennessy, Martell, Remy Martin ve Camus bulunuyor. Tamamının, fabrika satış mağazaları da olan ziyaretçi merkezleri bulunuyor. Fiyatların “duty free”lere daha uygun olduklarını da söylemeliyim.

Tarihi, dokuzuncu yüzyıla kadar uzanan köyün kaderi aslında İngiliz hükümranlığı altında değişiyor. İngilizler yöreye has üzümlerden bu çok özel brendiyi burada üretip pazarlamaya başlıyorlar. Bu nedenle köy, Yüzyıl Savaşları sırasında hangi taraftan olması gerektiğine karar veremediğinden sık sık saf değiştirmiş. İngiliz kültürü halen üretilen konyaklarda yaşamakta; konyağın kalitesini belirten VS (Very Special), VSOP (Very Supreme) ve XO (Extra Old) bile İngilizceden gelen kısatlmaları koruyorlar.  Bu üretim tesisleri köyü biraz daha endüstriyel bir havaya sokuyor. 

Kokulardan sarhoş olmadan köyden ayrılıp Bourg’a yollanıyoruz. Yol üzerinde Cognac’a nazaran çok daha şirin köylerden geçiyor ve yaklaşık bir buçuk saatte “evimize” varıyoruz.

Seyahatimiz burada noktalandı artık. Son sabahımızı da hemen yanı başımızdaki Cotes de Bourg şaraplarının amiral gemisi Eyquem şatosunun mahzenlerinde ve Gironde’ye bakan muhteşem terasında geçirip havaalanına doğru yola düşüyoruz. Geride evsahiplerimizin nezaketlerini ve misafirperverliklerini bırakarak…

 
Ender Şenkaya
Haziran 2022

* AOC: Appellation d’origine contrôlée
** ACC: Appelation Controlee for Cognac