World in my Viewfinder

14 Kasım 2017 Salı

Khmer Ülkesinde


20-22 Eylül 2016

Tapınağın temellerinin içinde koruyucusu olarak dokuz başlı bir kobranın ruhu yaşarmış. Kral, her gece karısı ya da gözdeleri ile uyumazdan önce, bir kadın formuna giren bu ruhla yatmak zorundaymış ki, soyu devam edebilsin... Dünyanın en büyük ve gizemli mabedi Angkor Wat'tan bahsediyoruz.






Bu bitkin ve ürkek ama güzel insanlar ülkesine, batılıların Sanskrit kökenlerine dayanarak taktığı Kamboçya adını söylemek içimden gelmediğinden, onların kendilerine verdiği isim olan Khmer Ülkesi olarak hitab etmeyi seçeceğim. İlk işgalci Hindulardan, Fransızlara, İngilizlere ve az da olsa Amerikalılara kadar tüm işglaciler, Khmer ülkesini kendi adı ile değil de işgalcilerin verdiği adla anagelmişlerdi.  Yolumuz işgalcilerin yolu değil bizim.

Evet, güzel insanların Khmer Ülkesine şiddetli bir yağmurun ardından dağılmaya başlayan bulutların arasından güneşin tekrar olanca yoksulluğu aydınlatmaya başladığı bir öğlen saati indik. Hedefimiz Angkor Wat olduğundan krallığın başkenti Phnom Penh yerine doğrudan Siem Reap’e uçmuştuk. Bayrağı bile Angkor Wat’ın silueti olan bir krallığın başkentinin farklı bir yer olması da garipti doğrusu.  Açıkçası halen komünizmin hüküm sürdüğü Vietnam’dan uçtuğumuzdan, böyle güleryüzlü ve sıcak bir karşılama beklemiyorduk. Havalanında yaptığımız vize başvurusunda dahi çok yardımsever ve sıcakkanlı bir bürokrasi ile yüzyüze idik. Okuduğum kitaplara not almak için kullandığım tek yazma aracı kırmızı tükenmez kalemimle vize formumu doldurmama bile ses etmediler. Medeniyet adı altında, vizemiz olduğu halde kapılarında bekletilmeye ve hor görülmeye alıştırıldığımız “batılı” ülkelere pek alakası yoktu geldiğimiz yerin.

Otelimiz standart bir hizmet olarak havalanına bizi karşılamak üzere bir tuktuk yönlendirmişti. Tuktuk sürücümüz Bay Ahn da üç gün boyunca her cerememizi çekecekti. Maharetli bay Ahn, yoldaki su birikintilerinden dolayı ıslanmamamız için tuktuğumuzu muşamba ile korumaya alıp, yağmurlardan aşınmış büyük bölümü toprak ve çukurlarla dolu Siem Reap sokaklarından bizi ve valizlerimizli üç tekerlekli motorundan düşürmemeyi başararak otelimize ulaştırdı. On kelime kadar İngilizce ile ona ihtiyacımız olduğunu, ortalıktan kaybolmamasını anlatmayı kolayca başardık. Durum Vietnam ile kıyaslandığında oldukça parlaktı. 

Otelimizin resepsiyonunda da yerel kıyafetler giymiş ve bizi gödüklerinde iki avuçlarını göğüs hizalarında birleştirerek en sıcak halleri ile selamlayan otel görevlileri odamıza çıkardılar. Yöresel ağaçlardan el oyması olarak hazırlanmış mütevazi mobilyalarla döşenmiş odamızdaki bembeyaz yatağın üzerine isimlerimiz de çiçek yaprakları ile yazılmıştı. Çamurdan bir kentin içinden fışkıran bu güzellik de fazlaydı artık doğrusu! Yıllar süren Vietkong savaşları, Amerikan bombalamaları ve Pot Pot'un zalim Kızıl Khmer rejimi altında ezilmekten usanmış bir halk, içindeki güzellikleri Dünyaya duyurmaya çalışıyor gibiydi...

Bu sıcaklığı içimize sindirdikten sonra bizi beklemekte olan Bay Ahn’a “Angkor’a çek bakalım” dediysek de işin o kadar kolay olmadığını az sonra öğrenecektik. Maharetli Bay Ahn bizi önce Ziyaretçi Merkezine götürdü. Ziyarteçi Merkezi Angkor Wat’tan epey farklı bir yönde olduğundan bir müddet iletişim sorunu yaşadığımızı düşünsek de güvenli ellerdeydik sonuçta. Kalacağımız süreye uygun olarak üç günlük bilet almamızı da sıkı sıkı tembihledi, Ahn. Gişeye geldiğimizde, memure kibarca gülümsememizi isteyip fotoğraflarımızı çekti ve fotoğraflı giriş kartlarımızı bastırarak kişi başı 50 dolarcık karşılığı teslim etti (bugün 60 dolara yükselmiş). Eh bu kadar ihtimamın bir bedeli olmalıydı. Kutsal Angkor topraklarına ancak bu pasaportla giriliyordu. İşin içinde Unesco olduğu en başından belliydi burada da. Nasıl olsa seyahat sonrası ödediğimiz parayı helal edecektik.

Üç günlük bileti cebimize atmanın rahatlığı ile Bay Ahn’dan Angkor Wat kompleksinin içinde genel bir tur yapmasını rica ettik. Böylece en uygun ışıkta hangi noktalarda bulunacağımızı tespit etmek mümkün olacaktı. Ziyaretimiz tam gündönümüne denk geldiği için bu özel anı en güzel şekilde fotoğraflamak zaruri bir hal almıştı.

Ritüel

Evrenin Yansıması
İleride ziyaret edecekler için, Angkor Wat ziyaretinin, onu inşa eden büyük mimarların anısına bir ritüel olarak planlanmasını öneririm. Gündoğumu ve batımında hangi açıdan yaklaşılacak, oluşturulmuş yapay göletlere ve suyollarına düşecek doyumsuz yansımalar ne zaman en güzel yakalanacak, hem fotoğrafçılar hem de bu büyülü mekanı zihnine kazımak isteyenler için önemli detaylar. O anları yakaladığınızda tam bin yıl öncesinden, gelecekteki ziyaretçilerin alacağı zevki hayal eden Khmer mimarlarının tebessümünü hissetmek olası.

Angkor’u batı dünyasına tanıtan 19.yüzyıl Fransız gezginlerinden Henri Mouhot gördüğünden büyülendiği tapınak için şöyle diyor: “Bu tapınakların birisi - ki ancak Süleymanın mabedinin rakibi ve antik bir Michelangelo tarafından inşa edilmiş olabilir- en güzel yapılarımızın yanında şerefli bir şekilde yeralabilir. Bize Yunan ve Roma’nın bıraktıklarından çok daha ihtişamlı, ancak bu halkın şu anda içine düşmüş olduğu barbarlıkla çok üzücü bir tezat oluşturmakta.

Büyük

Angkor Kompleksi

Angkor eski Khmer dilinde başkent anlamına geliyor. Wat da yine tapınak anlamına geldiğinden Angkor Wat’ı  Tapınakların Başkenti olarak olarak çevirmek mümkün. Angkor denildiğinde akla sadece Angkor Wat gelmemeli. Tüm şehir boyutları yaklaşık 5 km’ye 5km’lik  bir alana oturuyor -bulunan kısmı-. Angkor Wat ise bu şehrin içindeki yaklaşık 1000 metreye 800 metre dikdörtgen bir alanda su kanalları ve duvarlarla çevrelenmiş 800 dönümlük bir alanda inşa edilmiş, antik ve modern Dünyanın en büyük hacimli tapınağı. Kaba bir hesapla, Angkor şehri için kullanılan kireçtaşı, tüm Mısır piramitlerinde kullanılandan fazla ve çok daha uzataki ocaklardan taşınmış; 3500 yıl kadar sonra yapılmış olmasaydı iyiydi :).


Bir gün gelecek dönence...
Angkor’daki tapınaklar Angkor Wat hariç doğuya bakıyor. Ters ışık sevenler dışında bu mabedleri sabah saatlerinde gezmek daha doğru. Ortalamalara bakılacak olursa sabahları yağmur ihtimali daha az. Yağmur deyip geçmeyin, yakalanırsanız göğün delinmesi ne demek anlıyorsunuz. Bu tür bir yağmur yüzünden bir sabaha karşı saat 4’te gelmesini söylediğim Bay Ahn’a kusura bakmamasını, bu havada fotoğraf çekmenin mümkün olmadığını söylemek zorunda kaldım. O ise herşeye rağmen beni Angkor’a taşımak için tamamen hazırlanmış olsa da hiç sorun çıkarmadı.

Durmak bilmez yağmurların cömertçe geliştirdiği tropik kuşağa özge azgın ficus ağaçları zaten Ta Prohm gibi pek çok tapınağı da esir almış durumda. Bölge saat 18 itibari ile ziyarete kapatıldığından günbatımı görüntülemek için günün daha erken saatlerde battığı sonbahar-kış mevsimini tercih etmenizde fayda var. 

Angkor kompleksinde gezerken resimli biletinizi yanınızdan eksik etmemeniz gerekli. Toplam 25 km karelik alanda sigara içmek de toptan yasak. Bu yasak da Türkiyedeki gibi göstermelik yasaklardan değil, yakalanırsanız kapı dışarı edilirsiniz. Bir kural koyduysanız uygulamanız gerekli yani.  

Angkor Thom

Siz de benim gibi yemeğin en lezzetli yerini en sona bırakmayı sevenlerdenseniz, bu dev kompleksi gezmeye Angkor Wat’tan başlamayın. Ama etrafında bir tur atıp en iyi görüntü alacağınız noktaları tespit edin. Bu nedenle ilk olarak yaklaşık 2 km’ye 2km alana yayılmış, etrafı büyük bir kanal ve duvarlarla çevrili Angkor Thom’dan yani Büyük Şehirden sabah saatlerinde başlamakta fayda var.  

Bayon'da Brahma yüzleri
12.yüzyıl sonlarında inşa edilmiş bu dev kent, Khmer İmparatorluğunun merkezi olarak 15.yüzyıla kadar Güneydoğu Asya’ya hükmetmiş. 8 metre yüksekliğinde duvarlarla çevrili kente Güney kapısından girdiğinizde Bayon tapınağı ile karşılaşacaksınız. Hindu geleneklerine göre inşa edilmiş tapınak 13.yüzyıldan itibaren budistlerin hakimiyetine geçmeye başlamış. Bu nedenle girişlerde karşılaşacağınız dev büstler tanrı Brahma’ya ait. Budistler, sonraları ana pasajlara daha küçük boyutlardaki Budha heykellerini kondurmuşlar. Halen bu heykeller şemsiyelerle güneşten korunmakta ve etraflarına mumlar dikilmekte. Ancak akıllı Hindu mimarlar, izlerinin silinmemesi için efsanelerini tüm taşıyıcı sistemlerin parçası olacak şekilde ana duvar ve kolonların parçası haline getirdiklerinden günümüze kadar yaşatmayı başarmışlar.

Bir zamanlar 200 kadar gizemli gülümseyen büstün taşıdığı kule yeralan tapınakta bugün bunların sadece 37si kalmış. Yerel halk bu gülümseyen yüzleri Prohm yani Brahma’ya ait saysa da, akademisyenler arasında bu konuda bir uzlaşma yok. Görkemli dış görünüşünün yanında, Bayon aslında içindeki gizemli delhizler ve labirentlerle insanı çekiyor. Ünlü Tomb Raider’ın labirentlerinin de buradan esinlenilerek yaratıldığını hatırlatalım. Filmin çekimleri ise ileride anlatacağımız Ta Prohm'da gerçekleştirilmiş.

Bayondan batıya doğru ilelediğinizde nispeten daha küçük olan Bauphon tapınağı ile karşılaşacaksınız. Piramit tarzı tapınakların ortak özelliği olarak her kademenin yüksekliği yukarı doğru çıkıldıkça azalasa da, Bauphon’da bu mimari tersine çevrilmiş; yani yukarı doğru çıkıldıkça kademelerin yüksekliği artıyor. Bu da çok daha dik duvarlara tırmanmanız gerektiği anlamına geliyor. Özellikle inmeye çalışırken dikkat etmenizde fayda var. 

Angkor seyahatinde optimal davranmak isterseniz hem tüm kompleksi hem de binaları gezerken saat yönünde hareket etmenizde fayda var. Böylelikle zaman ayırırsanız rölyeflerin anlattığı hikayeleri ve efsaneleri de doğru kronolojide görmüş olacaksınız; tabii Angkor Wat hariç.

Angkor Thom
Angkor Thom ziyaretini Filler Terasından geçip, ficusların hapsettiği kapıdan girerek kraliyet rezidansına ayrılmış olan Phimeanakas’da sonlandırıyoruz. 13.yüzyıl Çinli gezginleri, Phimeanakas’ı altın kaplı tapınak olarak anlatıyorlar. Binlerce tropik kuşa ev sahipliği yapan dev ağaçların gölgeleri arasından  yaklaştığınızda kendinizi Indiana Jones gibi hissederseniz şaşırmayın. Etkiyi arttırmak için bu alanı yumuşak ışığın altında akşamüstüne doğru ziyaret etmenizde fayda var. Taş tapınaklar günümüze kadar ulaşmış olsa da, maalesef kraliyet ailesinin ahşap yaşam alanları tamamen yok olmuş. Çinli gezgin Zhou Daguan’ın aktardığı bir efsaneye göre, tapınağın içinde koruyucusu olarak dokuz başlı bir kobranın ruhu yaşarmış. Kral, her gece karısı ya da gözdeleri ile uyumadan önce, bir kadın formuna giren bu ruhla yatmak zorundaymış ki soyu devam edebilsin. Bir geceyi bile atlaması soyunun kurumasına neden olabilirmiş. 

Dönüşte Filler Terasının basmaklarına oturduğunuzda bin yıl öncenin zafer geçitlerinin krallar tarafından nasıl izlendiğini hayal edebileceksiniz. 300 metre uzunluğundaki terasta, geçit törenleri dışında her gün altın çerçeveli bir pencerenin gerisinde oturan kralın, halkın maruzatını dinlediğini aktarıyor Zhou Daguan.

Ta Prohm

Ta Prohm
Filler terasından kuzey kapısını takip ederek saat yönünde ilerlemeye devam ettiğinizde pek çok irili ufaklı tapınağa denk geleceksiniz. Uzun süreli biletiniz varsa bunların da arasında dolaşarak Khmer medeniyetini içinize çekmeye devam edebilirsiniz. Ben özellikle birisinin üzerinde durmak istiyorum; Ta Prohm. 

Ta Prohm, 19.yüzyılda yoğun ormanlık alanda Angkor’u ilk keşfeden Fransız arkeologların büyülenmişliğini günümüze kadar taşımak üzere diğerleri gibi restore edilmeyerek, bulunduğu hali ile bırakılmış bir tapınak. Bu doğal hali gerçekten de insanın içindeki maceracı ve kaşif ruhu halen tetikliyor. Doğanın esiri haline gelmiş taş yapının içindeki labirentlerde kaybolurken artık Indiana Jones’sunuz. Doğa ile insan yapısı arasındaki bu bin yıllık amansız savaşı kimin kazanacağı şimdiden belli. Ne kadar katlederseniz katledin, birgün dünyaya sadece doğanın hakim olacağının yaşayan kanıtı Ta Prohm.

La Sagrada Familia'nın inşaatı çok uzadığında kendisini eleştirenlere Gaudi "müşterimin çok acelesi yok" diye cevap vermiş. Doğa ananın da HİÇ acelesi yok. Kanıtı Ta Prohm.


Doğanın ektiği çekirdekler, taş yapıları parçalayıp sarmalayarak, bir kurgu film canavarı gibi yutmaya çalışıyor. Gaudi, sürekli uzamakta olan La Sagrada Familia katedrali inşaatında gecikmeden ötürü suçlandığında "

Doğanın Acelesi Yok
Ta Prohm’a girişi daha kolay olan batı yönünden girerseniz arka tarafında kalacaksınız. Bu tapınak da doğu yönlü çünkü. Tuktukçunuz Maharetli Bay Ahn ise sizi daha mistik ve büyüleci taraf olan doğu kapısında bırakacaktır. Bu büyüyü yaşamanız için turist yığınlarının daha az olduğu sabahın erken saatleri ya da akşamüstü gezmenizi öneririm. Yayaların yapıya zarar vermemesi için hazırlanmış olan ahşap yaya yollarında uzun süre sıra beklemeniz olası zira. 

Bu sıradışılığı ile Tomb Raider’ın pek çok çekiminin yapıldığı tapınak olarak ünlü Ta Prohm. Tesadüf eseri biz de Lara Croft gibi bir dönence günü gelmiş olsak da, şansımız yaver gittiğinden bir lanete rastgelmedik. 


Ve Angkor Wat

Angkor Wat'ta günbatımı
Angkor Wat’ın dönemin mimarlarınca ziyaret edenlerde şaşkınlık ve hayret uyandırmak üzere inşa edildiği açık. Batı tarafındaki köprüyü geçip, koruyucu kobraların (Naga) arasından yükselen basamakları tırmanırken, oluşturulmuş devasa platformun üzerinde 65 metreye kadar yükselen kuleleri göremediğinizden içeride ne olabileceğine dair bir fikriniz oluşmuyor. Batı kapısını geçtiğinizde devasa lotus çiçeği formundaki üç kule aniden karşınızda beliriyor. Evet üç adet, zira bu açıdan beşini birden görmeniz mümkün değil. Beş kuleyi birden görmeniz için Khmer mimarlarının ancak yansımalarıyla beraber görmenizi istedikleri için oluşturduklarını düşündüğüm kuzey ve güney yönlerdeki göletlerden diyagonal olarak bakmanız gerekli. Hemen tamamı klasik Yunan-Roma mimarisinden esinlenmiş batı yapılarından ne kadar farklı ve insanın kalbine hitab eden yapılar. Bu doğanın tam içinden gelen formlara hayran olmamak elde değil.

Ana kapı ile kuleleri arasındaki 350 metrelik yolun kuzey ve güney taraflarına “kutsal ateş” olarak adlandırılmış kütüphane binaları yerleştirilmiş. Evreni simgeleyen dört kule ve bunların merkezinde yeralan Hint destanlarınının kutsal Meru dağını simgeleyen merkez kulenin gizlediği sırlara ulaşmanız için önce bu kütüphanelerde sunulan bilgeliğe ulaşmanız, onun kutsal ateşi ile kutsanmanız gerektiğini ima ediyorlar sanki. Her iki taraftaki göletten de, nilüferler arasından evrenin yansımasına bakabiliyorsunuz önce. Kuleleri çevreleyen galeriler saatin aksi yönünde gezildiğinde Hindu efsanelerini anlatan rölyeflerle bezeli. Hakkını vererek gezmek isterseniz sadece bu efsanelere bir tam gün ayırmanız gerekir. Angkor Wat diğer tapınaklara zıt olarak batı yönü olduğundan, galerilerini de ters tarafa, yani saatin aksi yönünde gezmek gerekiyor. Batı yönlü oluşu pek çok arkeoloğa göre, yapımını emreden II.Suryavarman’ın büyük olasılıkla kendi ölümünü kutsamak için yaptırdığı bir yapıt olduğuna işarete etmekte, her ne kadar 8 kollu Hindu tanrısı Vishnu’ya adanmış olsa da.

Kutsal Ateş Kütüphanesi
Angkor Wat’ı güneşi arkadan aldığı akşamüstü saatlerinde görebileceğiniz gibi, doğu kapısından girerek de ters ışıkta silüetini izlemeniz mümkün. Erken kalkmayı göze alırsanız, o günkü mimarların yansımları ile seyretmeniz için hazırladığı göletlerin önünden doyumsuz gündoğumunu izlemenizi tavsiye ederim. Bizim orada olduğumuz gün dönenceye denk geldiği için, sabahın saat 5’inde Angkor Wat’ın yollarındaki ziyaretçi akınını anlayamamıştık. Dönenceye özgü gündoğumu ayinine katılıp yeryüzü sofrasında kahvaltımızı edemesek de, en uygun açıdan gündoğumunu fotoğraflamak için epey turistle itişip kakışmak zorunda kaldığımızı itiraf etmem gerekli.  

Biletimizi bu özel gündoğumu için sonuna kadar kullanıp, öğleye doğru Bay Ahn tarafından havaalanına bırakıldığımızda, Khmer ülkesi ve insanlarını ne kadar sevmiş olduğumuzu fark ediyoruz.  Doğuda keşfedecek daha çok şey var. 


Ender Şenkaya

Kasım 2017