World in my Viewfinder

14 Temmuz 2017 Cuma

Putin Olmak

 Kaderi asılmak olanlar, boğularak ölmezler!

Fotoğraf: Platon
Amerika'nın belki de en aykırı ve sorgulayıcı yönetmeni Oliver Stone'un, geçtiğimiz haftalarda yayımlanan Putin Interviews (Putin Röportajları) belgeseli, tarihsel açıdan o kadar önemli sayılamayacak olsa da, günümüzün kuşkusuz en çok tartışılan liderinin bakış açılarını sergilemesi açısından, güncel politiğe önemli bir not düşeceğe benzer. Tabii, sık sık Putin’e benzetilen veya Putinism akımını devam ettirdiği iddia edilen bir kısım liderle de gerçekten benzerlikler var mı, belgesele o gözle de bakmak gerek.











Rusya'nın hem Putin öncesi hem de sonrası dönemine yerinde şahitlik etmiş birisi olarak, sürekli tiranlıkla büyük liderlik arasındaki ince çizgi üzerinde sorgulanan bu döneme, belgesel özelinde farklı bir bakış açısı getirebilir miyim, görmek istedim. Hayatımın ciddi bir kısmını geçirdiğim Rusya için, henüz bir seyahat yazısı kaleme alamamış olmanın verdiği vicdani rahatsızlığı, güncel politik bir yazı ile telafi edebilirim belki.

Putin gibi bir egoya sahip bir insanla röportaj yapmanın zorluğu ortada. Stone da bu zorluğu röportajların sürdüğü iki yıl (2015-2017) boyunca hissetmiş gözüküyor. Bu kadar sıkı bir istihbarat eğitiminden geçmiş bir kişinin, çevresine ördüğü kalın duvarlarda bir delik açmak, içerideki asıl yüzü ortaya çıkarmanın öyle her babayiğidin harcı olmadığı ortada. Keşke Stone da, kendi egosundan kurtulup, daha çok Rus gazeteci ile çalışmış olsaydı diye düşünmeden edemiyorum, dört bölüm süren belgesel boyunca. 

İki yıla yayılmış, her bölümde bir kurgu silsilesi olmaksızın, farklı konulara değinilen röportajı, kavramsal olarak dört bölüm halinde incelemek mümkün; Putin'in şahsi geçmişi ve karakteri, Putin'in Rus tarihine bakışı, Rus-Amerikan ilişkileri (Ukrayna ve Gürcistan Krizi, Terörle savaş, Snowden, Trump'ın seçilmesi), ve Putin dönemi Rusyasına bakış.

Stone, bu tür bir sınıflandırma yapmadığı ve belgeseli kayıt sıralamasına göre yayımladığı için, bu başlıkları farklı bölümlerden derlenmiş alıntılarla sırasıyla ele alalım.

Putin'in Şahsi Geçmişi ve Karakteri

1952 doğumlu Putin'in babası bir fabrikada mühendis olarak çalışırken, II.Dünya Savaşında Leningrad cephesinde savaşmış. Putin'e göre o zamanki pek çok kişi gibi o da bir Stalin hayranı. Oliver Stone, belgeselin büyük bölümünde bir Stalin analojisi yaparak Putin-Stalin arasındaki benzerliklere dikkat çekmeye çalışsa da, aldığı cevaplar bir o kadar beklenmedik olacak. Babası, Putin, Yeltsin tarafından başbakan seçilmeden iki ay önce hayatını kaybetmiş. Ama, ölüm döşeğinde Putin kendisini ziyarete geldiğinde, hemşirelere dönüp; 'İşte benim devlet başkanım' dermiş. Bu bölüm, Putin'in belgesel boyunca gözlerinin dolduğu tek an.

Leningrad'da (şimdi St.Petersburg) doğup büyüyen Putin, üniversitede hukuk okumuş. Stone'un eşine bir sahnede "mutlaka Petersburg'u görün" derken, halen bu şehre sevgiyle bağlı olduğu gözlerinden okunabiliyor. 

KGB'ye girişi ise sadece hukuk fakültesi sonrası mecburi hizmet kapsamında olmuş. Burada belgesel dışı bir efsaneye (?) yer verelim. Rusyada sık sık anlatıldığına göre, KGB'nin psikolojik test raporunda Putin için; "korku tetikleyici hormon salgılamıyor" deniliyormuş. Yani karşınızda korkmayan birisi olduğunda, stratejinizi de buna göre kurgulamalısınız.  

Putin'in sık sık PR konusu yapılan, judo bilgisi, at sevgisi ve biniciliği ile hokey tutkusu da konu ediliyor tabii ki arada. Judo'da kendisini 'master' olarak tanımlayan Putin, bir antrenörü olup olmadığı sorusuna, "ustaların antrenöre ihtiyacı olmaz" diye yanıt veriyor. En ilginci ise, Rusya gibi her çocuğun buz üstende doğduğu bir ülkede, Putin'in buzda kaymayı 60'ında öğrenmiş olması. Ona göre yeni bir şey öğrenmek halen çok ilginç. Üç sene önce kaymaya başlayan birisi olarak, buz hokeyi maçına çıkıp, biraz da rakip hoşgörüsüyle de olsa gol atabiliyor. Tüm bunlarda, her gece 12 gibi yatıp, sabah 6-7 gibi kalkarak güne spor salonunda antreman ile başlamasını etkisini gözardı etmemek gerekiyor. Oliver Stone’un ‘maço’ yakıştırmasına da, “evet, Ruslar biraz maçodurlar, ama bu İslam ülkelerindeki maçoluktan farklıdır” şeklinde yanıt veriyor.

İki kızı ve iki damadı var. Stone’un sorusu karşısında, ne çocuklarının ne de damatlarının kurumsal konularla ilgilenemeyeceklerini söylüyor.  

Yeltsin'in, günü geldiğinde, devrinin kapandığını anlamış bir lider olarak, yeni yüzlere ve enerjisi çok insanlara ihtiyaç olduğunu söyleyerek istifa etttiğini hatırlatıyor,  Putin, kendisinin başkan ilan edildiği dönemle ilgili olarak. Putin içn en önemli liderlik özelliği de 'artık gününün dolmuş olduğunu' analayabiliyor olmak. Birgün kendisinin de bunu farkedeceğini ekliyor, röportajın son bölümünde. Yeltsin'in kendisine ilk başbakanlık teklif ettiğinde, "büyük sorumuluk" diyerek reddettiğini de anlatıyor. 

Fotoğraf: Platon
Stone, Rusyayı bir CEO gibi yönettiğini söyleyip, arada biraz ara vermek isteyip istemediğini sorunca, Putin bir ressam analojisi ile cevap veriyor; "Bir ressam, pek çok detay içeren tablosundaki detayları çizerken ara verir mi?" Burada itina ile seçilen analojinin rastlantı olmadığı açık. Putin için yönetmek aynı zamanda bir sanat. 

Yönetme sanatını icra ederken asla seviyesini düşürmüyor, Putin. Örneğin, Ukrayna krizi nedeni ile kendisine Hitler benzetmesi yapan Hillary Clinton'a tek cevabı, siyasi kültürü nedeni ile bu seviyede cevap veremeyecek oluşu. Benzer bir duruşu kendisine "katil kasap" diye seslenen senatör McCain için sergiliyor. Hatta, McCain için bile sempati duyduğunu, onun yaptığı konuşmaları, tüm nutuklarını “Kartaca yıkılmalıdır” diye sonlandıran eski Roma dönemi senatörlerinden Marcus Pontius Cato’ya benzettiğini diplomatik nezaket çerçevesinde söylerken, rakibinin çağdışılığını ve geleceğe dönük bakıştan uzaklığını da vurgulamış oluyor Tabii ki, kendi entellektüel birikimini sergilemeyi de ihmal etmiyor. Her ne olursa olsun, katıksız düşmanlarından bile ‘ortaklarımız’ olarak bahsetmeye devam ediyor, Putin. Nedenini de, “diyalog her zaman devam etmelidir” şeklinde açıklıyor. 

Stone, kendisinin Dünyanın en zengin insanı olduğu yönündeki iddiaları sorduğunda, Putin “senin kendi fikirlerin, yeteneğin ve bu yeteneği sergileme şansın var. Bunlar paradan çok daha önemli” şeklinde yanıt veriyor. Yetenek ve yeteneğin sergilenebilir oluşu, Putin’in manevi dünyasını da şekillendiriyor anlaşılan.

Röportajın bir noktasında, Stone, Putin'e yöneltilen beş suikast girişiminin, Castro'ya yöneltilen elli girişim kadar olmasa da ciddi sayıda olduğunu söyleyince, Putin bir Rus atasözü ile cevap veriyor; "Kaderi asılmak olanlar, boğularak ölmezler." Sonra kendi bakış açısını özetliyor; "Ölürken asıl sorgulanacak olan, bu hayattan keyif alıp almadığındır."

Putin'in Rus Tarihine Bakışı

Stone, yakın tarihe Gorbachev'den başlayarak giriyor. Putin samimi bir ifade ile, Gorbachev'in fikirlerinin (Peresteroyka ve Glasnost) hangilerinin gerekli olup olmadığına bugün bile karar veremediğini söylüyor. Bu fikirlerin de zaten, Fransız sosyalistlerine ait olduğunu ekliyor. 'Değişim Gerekli' sloganı ile çıkılan yolda, sosyal güvenlik sisteminin çöküşü ile SSCB'nin yıkıldığını vurguluyor. Yani, kapitalizmin sık sık vurgulayageldiği gibi, SSCB'nin yıkılışının ana unsuru global dönüşüme ayak uyduramaması tezinden farklı bir yaklaşım sergiliyor.

Sokurov'un 'uzaylı' doktoru
Tutulma Günleri
Putin'e göre, bu yıkımla beraber, bir gecede 25 milyon kişi vatansız kalmış. Bu büyük bir travma meydana getirmiş. Ayrılıklar olsa da, kendilerini bir vatanın parçası hisseden insanların, büyük bir boşluğa düşüştüğünü düşünüyor. Bu noktada, Sokurov'un  çöküşten bir yıl önce çektiği, ve idealist bir Rus doktorun uzak bir Tacik kasabasındaki hayatını konu alan, Tutulma Günler filmini anımsamakta fayda var. Sokurov'a göre, zaten bu insanları birarada tutan harç dağılmak üzereydi o günlerde. Bu nedenle de, idealist Rus doktoru, sanki bu ücra kasabaya uzaydan gelen bir tanrı gibi resmetmişti. Moskova ile taşra arasındaki kültürel ayrılıklar o kadar derinleşmişti yani. Moskova, taşra için sadece sağlık, ulaşım, güvenlik olarak algılanır olmuştu. Ortak ülkü olmadığı için, bağlayıcısı zayıf bir harç yani. Parantezi kapatalım burada.

Ekim 1993'te iç savaş eşiğine gelinip, Yeltsin'in tank üzerinde parlamento binasını bombalattığı sırada Putin, KGB'de güvenlik büro şefidir. Stone'un ısrarla Yeltsin'in alkolizm hastası olduğu yönündeki yorumlarını cevapsız bırakırken, 'hepimiz gibi zaafları olan bir insandı, ama çok güçlü yönleri de vardı' demekle yetiniyor, Putin ve ekliyor; “asla sorumluluk almaktan kaçınmazdı.” Yani Putin için güç, sorumluluk demek aynı zamanda. Sorumluluğu sürekli başkalarında arayan, pek çok çakma liderde rastlanmayan bir özellik. Röportaj boyunca Putin'in, hiçbir Rus ya da SSCB lideri hakkında kötü bir söz söylememeye özen gösterdiğini de hatırlatalım. 

Stone’un, Rusya’nın geleneksel otoriter yönetim şeklinin demokrasi ile çatışıp çatışmadığını sorması üzerine, “bin yıllık monarşik gelenekten kısa sürede çıkış o kadar kolay olmayabilir” şeklinde bir cevap veriyor, Putin. Konu otoriterliğe gelir de, Stalin konuşulmaz mı? Stone, en azından Stalin için Putin’den eleştirel bir bakış alabilir miyim diyerek, bu eli kanlı diktatör ile Hitleri yenilgiye uğratan büyük komutanın ortaya çıkardığı dualizm konusunda ne düşündüğünü sorunca beklenmedik bir cevap alıyor:  “Churchil de amansız bir Sovyet karşıtıydı. Ama, II.Dünya savaşında Stalin’i büyük devrimci ilan etmişti, sonra soğuk savaşı başlatan ise yine Churchill oldu. Aynı şekilde İngiltere’de Oliver Cromwell vakası var. İktidara geldikten sonra eli kanlı bir zalime dönüşmüştü. Buna rağmen, İngiltere’nin her yerinde heykelleri duruyor”. Stone sanırız bu kadar tarihi analojiye dayalı bir yanıta hazır değildi. Bununla yetinmiyor Putin, Stone’u abandone ettikten sonra; devrim sonrası monarşiyi geri getiren ve kendini de imparator ilan eden Napolyon örneği ile dualizm kılıcını saplıyor. Putin için, Stalin’i illa kötü göstermeye çalışmak, Rusya’yı şeytan ilan etmek için kullanılan bir algı operasyonu. George Orwell bakışı ile baştan tarih yazıcılığı. Olayı bu pragmatik yaklaşımla açıkladıktan sonra da ilave ediyor; “hepimizin doğum lekeleri vardır; bu durum Stalin’in imha kamplarını unutmamızı da gerektirmez.


Rus-Amerikan İlişkileri

20.yy Rus-Amerikan ilişkilerinin en önemli kırılma noktasının Reagan dönemine denk geldiğini söylersek yanılmış olmayız. Stone da, Putin'in de başlangıçta Reagan gibi çok ciddi ekonomik bunalımlarla karşı karşıya kaldığını söyleyerek giriyor bu hassas konuya. Putin içinse, kendisinin  uğraştığı konular Reagan dönemi Amerikası ile kıyaslanamaz bile; “batmak üzere olmakla, fiilen batmış olmak çok ayrı konulardır” diyor. 

Amerikalı 'ortaklar'ından sık sık yakınıyor Putin. Ama bunu öyle kin beslemeden yapmayı, olayları kişiselleştirmeden empati yürüterek yorumlamayı seviyor. Hatta “Amerikalı 'dostlarımız’” diyor, “Afganistan'dan Çeçenistan'a kadar Rusya karşıtı tüm terörist grupları destekliyorlar.” Bunları söylerken, kendisini çoktan onların yerine koymuş, hamlelerini bilen bir satranç ustasının rahatlığı seziliyor. 

Putin için Rus-Amerikan ilişkilerinin en önemli ayağını NATO'nun halen varolması oluşturuyor. Soğuk Savaş bittiyse NATO niye halen mevcut? Yanıtı da kendisi veriyor; "Amerikalılar Avrupa için bir düşman yaratmak zorundaydılar, NATO'yu devam ettirmek için." Hem Gürcistan hem de Ukrayna krizlerininde dezenformasyona dayanılarak, Rusya'yı büyük düşmana dönüştürmek bu politikaların bir parçası, Putin için. Aynı zamanda “NATO’nun olduğu her yerde tehdit vardır” tezini benimsemiş olduğu görülüyor. Bu bağamda, Kırım’ı ilhak ettiği suçlaması yöneltildiğinde, soğukkanlılığını bozmadan “Biz ilhak etmedik, Kırım parlamentosu Rusya’ya katılma kararı aldı. Referandumda da %95 oranla halk Rusya’ya katılma yönünde oy kullandı” şeklinde cevap veriyor. Düşünülenin aksine, Kırım’ın o kadar stratejik olmadığını, zaten karşısındaki Krasnodar’ın da aynı öndemde olduğunu vurguluyor. Yani, Putin’e göre herşey BM kurallarına ve hukuka uygun olarak gerçekleşiyor. Aynen, Suriye’de hukuken davetli olarak bulunduklarını ve Esad’ın Libya ve Irak’ta olduğu gibi vahşice devrilmesine izin vermeyeceklerini söylediği zamanlarda olduğu gibi.  Putin’e göre, birgün Şiiler ve Sunniler anlaştığında Ortadoğu’ya barış gelecek. Bu da bir DENGE sorunu yani.

SSCB'nin -o zamanki- Doğu Almanya'dan çekiliş sürecini anlatırken, Gorbaçov'a Amerikalıların, doğu Avrupa ülkelerinin NATO'ya alınmayacağına dair teminat verdiklerini ama bunun yazılı bir anlaşmaya dökülmediğini, söylüyor Putin. Yapılan bu büyük hatayı centilmenlikten hiç ödün vermeden ve eski devlet başkanını kötülemeden anlatabiliyor.

Putin, özellikle, doğu bokunun yıkılışı sonrası NATO'nun eski Varşova paktı ülkelerini de içerecek şekilde genişliyor oluşunun dengeleri bozduğunu, potansiyel çatışma risklerini arttırdığını ifade ediyor. DENGE Putin terminolojisinde BARIŞ demek, bunu röportajın genelinden çıkarmak mümkün.  

Röportajın bence en ilginç bölümlerinden birisini, Putin'in, II.Dünya Savaşı sonrası Rusyaya Amerikan nükleer programının detaylarını vererek casusluk nedeni ile elektrikli sandalyede idam edilen fizikçi Rosenberg çiftinin, bunu yaptıklarını doğrulması oluşturuyor. Ama tabii ki Putin balkışı ile; "Rosenberglerin o bilgiye ulaşma imkanları yoktu. Onlara bilgi programın başındaki politikacılardan daha zeki olan bir bilimadamı tarafından verilmişti. Çünkü, bilimadamları DENGEnin bozulmasının felaketle sonuçlanacağını biliyorlardı."

Peter Sellers Dimitry ile konuşurken
Dr.Garipaşk
Putin için George Bush'un, Antibalistik Füze Anlaşmasından (ABM) çekilmiş olması çağımızın en büyük riski; zira bu durum DENGE'yi büyük ölçüde bozuyor. Bu çerçevede kurulmakta olan Füze Kalkanı sistemine ait rampalar birkaç saat içinde savunma konumundan saldırı konumuna alınabildiklerinden, Rusya tamamen kuşatılmış oluyor. Bu nedenle Rusya buna karşı cevap vermek zorunda. Konu ‘cevap vermek’ olunca söz de Küba krizine geliyor. Oliver Stone’a burada tarihi bir ders veriyor, “Küba krizini, Türkiyeye füze yerleştiren Amerika başlattı, biz cevap vermek zorundaydık” diyerek. Belgeselin en samimi bölümünü de bu cevaptan sonra oturulup, Stanley Kubrick’in başyapıtı Dr.Garipaşk’ın izlenmesi oluşturuyor. Hemen Küba krizi ertesinde çekilen filmde, Amerikan başkanı rolündeki Peter Sellers’in, Komünist Parti genel sekreteri Dimitri ile konuştuğu ve bombanın başına ‘komik’ birşey geldiğini anlatmaya çalıştığı bölüm gülümsenerek seyrediliyor. Putin için benzer tehlike halen mevcut. Bunun en somut örneklerinden birisi de Kırım krizi sırasında, Odessa açıklarındaki bir Amerikan destroyerinin, Rus füzeleri kilitlendikten sonra U-dönüşü yapması. Ya yapmasaydı? Komik birşeyler mi olacaktı? Putin destroyerin kaptanı için “çok iyi bir askerdi” tanımlaması yapıyor.  

Oliver Stone, Putin’in, 11 Eylül sonrasında ABD’nin özellikle orta Asya’yı işgal etme hareketine neden göz yumduğunu anlamadığını söyleyince, net bir yanıt geliyor: ”ortak düşman gördüğüm terörist gruplara karşı bir hareketti." Tipik, Putin pragmatizmi. 

Tabii ki, konu dönüp dolaşıp Snowden’a sığınma hakkı tanınmasına da geliyor. Putin için Snowden bir hain değil. NSA’nın (Ulusal Güvenlik Ajansı) dinlemeler konusunda çok ileri gittiğini, sadece düşmanları değil kitlesel dinlemeler yaparak, amacının dışına çıktığını düşünüyor. Hatta, SSCB dönemi uygulamaları nedeni ile, Rusya da böyle güçlü istihbarat servislerini sevmediklerini ekliyor. İstihbarat kökenli bir siyasetçi için ‘ilginç’ bir saptama. Yine bir eski istihbaratçı olarak, soğuk savaş sonrasında batıdan ciddi miktarda istihbarat amaçlı ekipman satın aldıklarını ve son zamanda bunun ne kadar büyük yanlış olduğunu anladıklarını da itiraf etmekten kaçınmıyor. Stone’un siber saldırı tehditleri hakkındaki sorularına da, mükemmel bir altyapıları olduğunu, çok gelişmiş matematik okullarından mezun insan kaynağına sahip olduklarını söyleyerek yanıt veriyor. Putin işini Kurtarıcı İsa’ya bırakmıyor yani. Siber tehditlerle Rus halkına korku salmanın mümkün olmadığını, "Rus halkının son dolarına kadar değil, son damla kanına kadar savaşabileceği" mesajını da vermekten geri durmuyor.

Stone için herhalde en çok ‘rating’ getirecek konu, Rusya’nın son Amerikan seçimlerine müdahale edip etmediği. Röportajda sık sık bu konu gündeme geliyor. Bunu kesin bir dille reddeden Putin, “ABD’nin kimi başkan seçeceği bizi ilgilendirmez, biz herkim olursa çalışmaya hazırısız”, şeklinde son derece politik bir yanıt veriyor. Putin için ABD’deki bürokrasi çok güçlü. Örneğin Obama kapatmak istese de, bürokrasinin Guantanamo’yu kapattırmadığını hatırlatıyor. Seçimlere yapılan müdahelenin kaynağının belirlenmesinin olanaksız olduğunu söylerken, aslında olayın detaylarına da hakim olduğunun ipuçlarını veriyor, Putin.

Dönemsel olarak tam vakti gelmiş olmasına rağmen (2015 Kasım), Türkler tarafından, İncirlikten kalkan bir uçak ve Abrahams füzesi lle Rus uçağının düşürülmesi konusuna hiç girilmiyor. NATO tarihinde karşı bloktan bir uçağın düşürüldüğü tek örnek olan bu konunun gündeme gelmemiş olması -eğer Putin tarafından bir sınırlama getirilmediyse- Stone açısından bir gazetecelik felaketi olmuş. 

Putin Dönemi Rusyasına Bakış

1931'de Stalin tarafından yıkılan Kurtarıcı İsa kilisesi (Wikipedia)
Oliver Stone, Putin'e “daha ilk döneminizde özelleştirme uygulamalarına son verdiniz” şeklinde bir yorum yapınca, itiraz ediyor; “ben sadece adil olmasını ve devlet malının BEDAVAYA gitmemesini sağladım.” Bu yöntemlerle, yoksulluk oranını üçte iki oranında düşürmüş. İlk döneminde o zamanki ‘oligarkların’ kendisini küçümsediklerini anlatırken de gülümsüyor. Yine belgesel dışına çıkarak, Putin öncesi Rusyasına bir gözatmak gerekirse; hemen her mahallede bir mafya bozuntusunun türediği, yaşlı insanların evlerinin zorla gaspedildiği, her trafik polisinin kendisine vergi almak üzere çalıştığı, savaş uçaklarının bile oligarklara kiralanarak kazanç elde edilen, yabancı firmaların yolsuz oligarklara fahiş fiyattan hizmet satarak, oligarkın kendi firmasını dahi soymasının önünün açık olduğu, trafik ışığında durduğunuzda iki kişinin aracınıza binip sizi bilmediğiniz bir yere götürürken ‘bak o mafya seni koruyamıyor, biz koruyacağız’ diye tehdit ettiği, uluslararası şirket yöneticilerinin dahi ne idüğü belirsiz adamlarca orman köşelerinde fidye için rehin alındığı, olmadı, geceleri evlerinin kurşunlandığı, şehrin göbeğinde iş yapılırken kafalara kalaşnikoflar dayanmasının  vaka-i adiyeden olduğu, yeni lüks yapıların arkasındaki barakaların silah kaçakçıları tarafından silme füze ile doldurulabildiği, her ürünün karaborsada satıldığı ,kaotik bir ülkeden bahsediyoruz. Yeltsin’in, 1931’de Stalin tarafından yıkılan Kurtarıcı İsa Kilisesinin replikasını, Dünyanın en yüksek Ortodoks Kilisesi olacak şekilde, altın kubbelerle tekrar inşa etmiş olmasının aslında hiçbirşeyi değiştirmemiş olduğu bir ülke.

Böyle bir ülkede üst düzey bir görev kabul etmek için iki yolunuz var; ya siz de yolsuz olacaksınız ya da korku hormonunuz salgılanmıyor olacak. Oligarkları masaya oturtup, işçilere olan borçlarını nasıl ödeyeceklerine dair anlaşmaları, kibarca kendi kalemini uzatıp oligarklara imzalatan bir adam söz konusu olan. Stone keşke bu tarihi detayları da sormuş olsaydı. 

Kurtarıcı İsa tarafından da sonlandırılamamış bu mafyozi hareket, Putin’in ilk döneminde, sert bir şekilde sona erdirilirken, sonuçların henüz tabana yansımadığı zamanlarda, halk Putin için “eskiden bir sürü mafyacık vardı, şimdi O geldi, tek mafyaya kaldık” şeklinde düşünürdü. Kaotik ortamlardan çıkmak için izlenen yöntemler her zaman o kadar da ‘insancıl’ olmayabiliyordu.

Belgesele dönelim şimdi. Rusya'nın borç miktarı sorulduğunda, doğrudan bir rakam vermek yerine, milli gelirin %12'si olarak cevap veriyor, Putin. Onun için 'veri' değil, 'normalleştirilmiş veri' önemli çünkü, analitik düşünebilen her insan gibi. Rakamlar üzerindeki hassasiyeti bunula da sınırlı değil; enflasyon %13 mertebesinde mi diye sorulduğunda, 'hayır, 12,9' diyecek kadar da hassas bir kişilik. 

Demokrasi konu olduğunda Putin’in sertleştiği de br gerçek. Tüm röportaj boyunca (ki iki yıla yayılan bir süreç) soğukkanlılığını hiç kaybetmeyen Putin, Stone’un “bundan sonraki seçimi tamamen şeffaf yapmazsanız, Dünyayı demokrasi ile yönetildiğinize inandıramazsınız” şeklindeki yorumu karşısında ilk kez hiddetlenip, kontrolü kısa sürede olsa kaybediyor : “Sence sorunumuz başkalarına birşey kanıtlamak mı? Tek amacımız, ülkemizi güçlü kılmak.” 

Demokrasi bu kadar irdelenince 2014 yılı başkanlık seçimlerindeki liderler arası televizyon tartışması getiriliyor ekranlara. Sahi, bu tür tartışmaların yapılmadığı bir ülke kaldı mı? Ben bilmiyorum en azından. Stone, Putin’in Amerika’da oligarşik devlet kapitalizmi kurmakla suçlandığını, eski oligarklarlarla zenginliği paylaşıp, onların ülke dışında yaşamalarına izin verdiğini ve Dünyanın en zengin insanı olduğu sorusunu yöneltiyor. Putin ‘o kadar da zengin’ olmadığını söyleyip, oligarşinin tanımını yapıyor :”para ve gücün biraraya gelerek, kararları kendi çıkarları doğrultusunda etkileyerek, zenginliği yeniden kendilerinde biriktirmesi.” “Benim” diyor Putin “görevim gücü ve parayı ayırmaktı, şimdi görevimiz de zenginler ve fakirler arasında oluşan uçurumu kapatmak.


Son olarak şunu eklemek gerekli ki, haksız olduğunu hissettiğiniz anlarda bile, mantıki argümanlar kullanarak altetmenin çok güç olduğu bir lider, Putin. Oliver Stone ise bu çapta bir röportaj için hem yeterince hazırlıklı değil hem de dinamizmini kaybetmiş gözüktü. 

Ender Şenkaya
Temmuz 2017