World in my Viewfinder

26 Mayıs 2017 Cuma

Alplere Bir Bahar Kaçamağı


Ülkenin gündemi kurşundan da ağır olunca bir Cuma'ya rastgelen 19 Mayısı da değerlendirip biraz dağ havası almaya Avusturya Alplerine kaçalım dedik. 

Başkentimizden hemen hiçbir Avrupa ülkesine direk uçuş konmadığı için, biz de biletlerimizi Kiev üzerinden almıştık. Bu nedenle uzun süredir ilk kez Ankara'dan direkt bir yurtdışı uçuş gerçekleştirecektik. Ülkede OHAL olduğunu hesaba katmamışız.



SeGeKa'n var mı?
Ben bu soruyu sadece evlilik programlarında soruyorlar sanıyordum. Meğer devlet-i Ali'mizin de yurtdışına çıkakacak vatandaşlarıyla gerdeğe girme arzusu varmış. Ne de olsa O-HAL'den anlamak gerekli. Eskiden sadece yeşil pasaportlara yaptıkları uygulamayı, OHAL nedeniyle genişletmişler, 15 Temmuz kalkışması sonrası herkese devletin memuru muamelesi yapıyorlar. Yani demem o ki; tek memurun görevlendirildiği bu sorgunun kuyruğu havaalanı binası dışına taştığı için uçaklar da gecikmeli kalkıyor Ankara'dan. Bizim gibi aktarma ile yola devam edecek yolcular için baya sıkıntılı bir durum. Uçağımız epey gecikmeli kalkıyor. Allah'tan Kiev'deki devlet-baba bizimki kadar müşfik değil.  Pek suratımızı görmek istemediğinden olsa gerek (!) hızla aktarmayı yakalamamıza imkan tanıyor Ukraynalılar ve "ver elini Avusturya".

Bu Avrupa'da hiç özgürlük yok canım...
Avrupa'ya ayak basıp yollara düşünce neden ülkemizin özgürlük ortamının bu avruplalılarca içten içe kıskanıldığının ayırdına varmaya başlıyoruz. Adamlarda kırmızıda geçme özgürlüğü yok, hız sınırını aşma özgürlüğü, hareket halinde araçtan bilumum pisliğini sokaklara atma özgürlüğü hak getire. Adamların devletleri bile özgür değil, öyle canları istedikleri anda tamirat, çiçek dikme vs bahaneleriyle yolları daraltamıyorlar mesela. İlla kilometreler öncesinden önlemler falan alacaklar. Faşist herhalde bunlar. Gel de ülkemizin özgürlük ortamını arama buralarda!

Viyana'dan Alplerin ortasındaki minicik bir vaha tadındaki Gosau gölüne olan yaklaşık üç buçuk saatlik otomobil yolculuğu rotamız, Tuna nehrine paralel başlayıp, takiben Traunsee ve Hallstat gölleri üzerinden geçiyor. Linz ile Salzburg arasında uzanan bu göller bölgesini Avusturyalılar Habsburg hanedanından miras tuz madenlerini anımsatmak üzere Salzkammergut -devlet tuz odaları- olarak adlandırıyorlar. Ön Alplerden başlayan bölge Kuzey Kireçtaşı Alp silsilesi Dachstein dağlarına kadar uzanıyor. 

Alplerin Büyüsü
Traunsee'den başlayarak artık Alpler kendisini göstermeye başlıyor. Bahar yeşillikleri  içinden gotik kiliseli kasabalar arasından geçen büyüleyici bir yolculuktan sonra vahamız Gosausee'ye ulaşıyoruz. Gosausee Batı Dachstein dağları arasına sıkışmış tablovari bir gölcük. Çevresi 1500 ile 3000 metre arasında değişen çeşitli zirvelerle çevrelenmiş. 
Alplere geç gelen akşam çökmeye başladı artık. Yolculuğun yorgunluğunu atmanın en iyi yolu bir göl çevresi yürüyüşü. Bahar olsa da yükseklerdeki karlar henüz erimediğinden gölün seviyesi en yüksek noktasından yaklaşık 10 metre kadar aşağıda. Yol boyu otomobilin içinde hissettiğimiz rüzgar biraz daha şiddetleniyor burada. Gölün üzerinde çırpıntı yarattığı için çevre tepelerin yansımalarını fotoğraflamayı etkiliyor. Evet, tek sorunumuz bu! Issız doğayla başbaşayız. Küçük dereler ve şelalecikler arasında yürürken eski buzulların sürükleyerek getirdiği mi, yoksa heyelanlardan kalma mı oldukları belirsiz, patika boyu biblolar gibi serpiştirilmiş yalnız kaya parçalarına rastlıyoruz. Eşsiz peyzajın ilave süsleri gibiler. Yürüyüş sonrası Gasthaus Gosasusee'nin spesiyali, yaban çileği marmelatı eşliğinde servis edilen geyik yahnisi günü taçlandıracak.

İkinci günümüzün sabahı yağmur nedeniyle geç doğan günün ilk ışıklarını göremiyoruz. Yine de kahvaltı öncesi fırtına yorgunu sereserpe uzanan Gosausee etrafındaki pek çok trek rotasından birinde hafif bir yürüyüş etkinliği zinde bir başlangıç sağlıyor.  Kahvaltı sonrası ver elini teleferik ile yaklaşık 1500 metredeki Gosaukamm tepesi. Oradan Sonnenalm ve Zwieselalm zirvelerine yürüyoruz. Buradan aşağıdaki göllerin ve vadideki köylerin manzaralarına doyum olmuyor. Kayak seviyorsanız sezonunda bu bölgenin mükemmel olanaklar sunacağını hissediyorsunuz. Alp usulü kulübeler de bu manzarayı Heidi ile Peter usulü yaşamanıza imkan vermekte. Bölgede günlerce kalsanız sıkılmayacağınız sayıda trek rotası var. Hatta isterseniz Hallstatt'a bile yaklaşık 8 saatlik bir rotadan ulaşabilirsiniz.

Hallstatt'ı görmeden olmaz
Artık öğlen oluyor. Arada bulutların arasından kendisini gösteren güneş peyzajı ışık yamaları şeklinde boyuyor. Artık zor da olsa yükseklerden ayrılma vakti. 

Son yıllarda fotoğrafçılar arasında popüler olan Hallstatt'ı görmeden olmaz tabii. Zaten tüm bölgeye adını veren Tuz madenlerinin en eskisi de orada. Aslında itiraf etmek gerekir ki, son yıllarda en popüler olan yerler fotoğrafçıların görüntüleyip paylaşım siteleri aracılığı ile tüm Dünyayla paylaştıkları noktalar. Turizmden girdi bekleyen ülkeler stratejilerini buna göre şekillendirmeliler yani...

Hallstatt deyince öyle sakin bir orta Avrupa kasabası beklememek gerekli. Onlarca tur otobüsü ile taşınmış binlerce insan bu güzelliği görmeye gelmiş. Göl kıyısındaki evlerin pek çoğunun pencerelerinde bu nedenle 'mahremiyetimize saygı gösterin' uyarıları asılmak zorunda kalmış. Çok güzel olsa da, bu kadar objektifin üzerinize çevrildiği bir yerde yaşamak gerçekten zor olmalı.

Hallstatt'ın göl kıyısına yerleştirilmiş rengarenk evleri ve kilisesinin oluşturduğu kasaba peyzajı kadar en ilginç noktası Dünyanın en eski tuz madenine ev sahipliği yapması. Tuz madeni tepede yeraldığı için en kestirme yol oraya çıkan fünikülere binmek. Aksi takdirde madene girdiğinizde gezmek için mecaliniz kalmayabilir. Tuz madenini gezmenin tek yolu iyi planlanmış otantik giysileri içinde bir rehberli tura katılmak. Tur başlangıcında herkesin iş tulumları giymesi mecburi. Zaten içerisi 8 derece civarında olduğundan sıkı giyinmemişseniz bile bu tulumların faydası büyük olacak. Rehberimiz geçmişi 10 bin yıla uzanan tuz madenciliği üzerine bilgiler veriyor, tuz çıkarma yöntemlerini anlatıyor. Turun en büyük sürprizi kot farkı olan galeriler arasında geçişi kaydıraklardan kayarak yapmak. Tur, bir yeraltı gölcüğü üzerinde yansıtılarak yapılan madencilierin hikayesinin anlatıldığı ışık ve ses gösterisi ile son buluyor. Madenden çıkış raylar üzerinde hareket eden bir oturaklı götürgeçle sağlanıyor :)

Hallstatt sonuçta tipik bir orta avrupa romantik dönem kasabası. Farklı kılan ise göl durgun olduğunda üzerine düşen yansımaları. Fakat, akşamları ortaya çıkan rüzgar bugün bu yansımları fotoğraflamaya imkan vermeyecek. Son gecenin en iyi değerlendirme şekli yine Gasthoff'un misafirperver mutfağından çıkacak yemekler olacak.

Ender Şenkaya
Mayıs 2017