Neredeyse iki yılda bir seçim olan ve her seçimde (darbe sonrası Özal dönemi hariç) iktidarın değiştiği, yine de asgari siyasi nezaketin korunduğu, ifade özgürlüğünün budanmadığı yıllardan 15 yıldır devam eden bu kurt kapanına nasıl girmiştik?
İte kaka da olsa yürütülegelen demokrasi günlerinden, süper güçler karşısında olsa bile yapılan denizaşırı harekatlardan (Kıbrıs, Kardak vb), ifade özgürlüğünün neredeyse tamamen yok edildiği (facebook arkadaşlarımın %95'i hiçbir siyasi tartışma yapamıyor, yapılanlara katkı bile sağlayamıyor), sürekli havan mermisi atılan sınır kasabasına bile süper güçlerin izni ile harekat düzenlenebilen tam teslimiyetçi günlere nasıl gelindi?
Bu soruya yanıt tarihin analitik okuması ile verilebilir bir gün. Ama bu yapılana kadar klasik nedensellik yöntemini takip ederek Chomsky'nin izlediği yöntemleyanıt bulmaya çalışalım.
İkinci Dünya savaşının getirdiği büyük yıkım ve felaketler zinciri, 1960'larda kendisini tüm Dünyada bir barış ve özgürlük hareketine dönüştürmüştü. Felaketler zinciri kendi anti tezini yaratınca, egemen güçler toplumun üzerindeki hakimiyetlerini kaybedeceklerinden ciddi endişe duymaya başlamışlardı. Bu durum daha 1776'da Adam Smith'in tarif ettiği servet-güç-kanun-servet kısır döngüsünü ortadan kaldırma riski taşıyordu zira.
Egemenlerin vereceği cevap sabırlı ama çok güçlü olacaktı. 60'ların yetiştirdiği romantik toplum liderleri, 70'lerde yavaş yavaş ülkelerinin başına geçiyorlar, emperyal güçlerin alışılagelmiş hakimiyetlerini kırıyorlardı. Türkiye'de Ecevit, Küba'da Castro, Şili'de Allende gibi. Ecevit ABD'nin tüm baskılarına rağmen haşhaş yasağını çiftçisinin lehine kaldırıyor, uluslararası haklarını savunmak için denizaşırı harekatlar düzenleyebiliyordu. Bu kadar özgürlük fazlaydı tabii ki. Amerika'da Powell muhtırası ile sermayenin toplum üzerindeki etkisini kaybetmemesi politikası benimseniyor, Huntington gibi toplum mühendisleri demokrasilerinin yönetilme sorunu üzerine özel şeytan üçgeni (Trilateral Commission) tezlerini yeni doktrinler olarak ortaya koyuyorlardı. Sonuç Türkiye'de Evren, Şili'de Pinochet ve diğerleri idi.
Peki bu yeterli miydi? Dünyanın 60'lara asla geri dönmemesi sağlanmalıydı. Noam Chomsky sermayenin bu servet-güç döngüsünü korumak için 10 temel prensip kullandığını belirtiyor. 12 Eylül darbesi sonrası bu prensiplerin tamamının Özal-Erdoğan hükümetleri tarafından harfiyen uygulanacağı sürece girilmiş oluyordu. Şimdi bu 10 prensibin Türkiye'de nasıl uygulamaya sokulduğunu irdeleyelim.
1. Demokrasiyi Azaltın
1. Demokrasiyi Azaltın
Evren'in hazırlattığı 92 Anayasası, sindirilen ve korkutulan halkın %91 evet oyuyla geçiyor, eski liderlere siyaset yasağı ve seçim barajı getiriliyor, Özal'ın seçim kanunu manipülasyonları ile %34 oyla parlamentonun %65'ine egemen olunabiliyor ve bu da "demokrasi" olarak halka yutturuluyordu. Can güvenliğinin yanında demokrasi çok sonra gelirdi nasılsa.
2. İdeolojiyi biçimlendirin
2. İdeolojiyi biçimlendirin
Bir ülke ele geçirilecekse önce kurucu ideolojisini yerle bir etmek gerekiyordu. Kurucu liderliğe saldırmak Özal ile başlıyor 2000'lerde AKP yönetimi altında tavan yapıyordu. Kurucular artık "iki ayyaş"tı. Tarih kimi kara cahillerce yeniden yazılacak, Çanakkale savaşlarını sarıklı ulemanın kazandığı alttan alta pompalanacak ulusal onur öğeleri bir bir yokedilecekti.
3. Ekonomiyi yeniden tasarlayın
3. Ekonomiyi yeniden tasarlayın
80 darbesinin hemen öncesinde ekonominin başına getirilmiş ABD yetiştirmesi Özal'ın ekonomiyi yeniden şekillendirmek amacı ile uyguladığı program 24 Ocak kararları olarak anılır. Bu kararlar ile devletin ekonomideki payı küçültülmüş, tarımdaki sübvansiyonlar kaldırılmış, sanayisi geri bir ülkede dış ticaret serbest hale getirilmiştir. Bu kararlardan kırk yıl sonra gelinen durumda, ülkenin tüm ulusal sanayi tesisleri başka kıtada basılan kağıt parçaları ile takas edilmiş, tarım ve hayvancılık tohum bulamayacak ölçüde çökertilmiş, yerli sanayi inşaat dışında taklitten öteye geçemez hale getirilmiştir. 2. Prensiple ilişkili olarak devlet korumacılığı gominizm olarak gösterilip ortadan kaldırılacaktı.
Tarihsel süreçlerde feodalite ya da burjuvazi oluşmadığı için sermaye birikiminin de zayıf olduğu bir ülkede servet-güç dengesi yerine güç-servet dengesi kurulmalıydı. Bunun için anayasa bir defaya mahsus ihlal edilebilir, "memurumuz da işini bilir"di.
4. Yükü dağıtın
4. Yükü dağıtın
Vergi yükünün sadece yüksek gelir grubuna paylaştırılması uygun olmayacaktır! Bu durumda "eşitlik" ilkesi gereği dolaylı vergiler arttırılmalı herkes petrol, otomobil, iletişim vs gibi ürünlerle ötv vb vasıtalarla eşit şekilde vergilendirilmelidir. Gelirinin büyük kısmını vergiler, krediler, banka kurtarma operasyonları yolu ile büyük sermayeye aktaran halk değil tasarruf yapmak ayın sonunu getirememektedir artık. Bu politikanın en başarılı şekilde uygulandığı ülkelerden olan Türkiye'de 2015 yılı itibarı ile dolaylı vergilerin payı %70'e ulaşmıştır. Bu oran Avrupa'da %30 lardadır örneğin.
5. Bütünlüğe saldırın
5. Bütünlüğe saldırın
Ülkenin ulusal değerlerini anlamsız hale getirmeden egemenlerin politikalarını uygulamak mümkün değildi. Din tandanslı bir partinin iktidara getirilmesi bunun için ideal ortamı sağlayacaktı. Bu nedenle tek milletten bahsedilip, bu milletin adı konamayacak, zamanında atalarının soykırımcı olduğu kafalara sokulacak, mezhep ayrımcılığı ile toplumun eskiden aklına getirilmemiş ayrımlar bir daha çıkarılmamak üzere zihinlere yerleştirilecekti. 2. Prensip çerçevesinde ulusal gururu sıfıra indirgenmiş toplum bundan böyle radikal dönüşümler karşısında tek yürek olamayacaktı.
6. Kanun yapıcıları yönetin
6. Kanun yapıcıları yönetin
Tüm kanunların sermaye isteği yönünde çıkarılması için kanun yapıcıların (meclisin ya da meclisi idare eden kişilerin) tam bağımlılığı sağlanmalıdır. Bunun yapılması için seçim harcamaları olabildiğince yükseltilmeli, kampanyalara kaynak aktarımının denetimi olmamalıdır. AKP hükümeti ise konuyu kısa sürede daha farklı mecraya taşımıştır. Sermaye birikiminin en zayıf olduğu kitlelerden oy alan AKP, hızlı şekilde kendi zengin zümresini yaratmaya girişmiş, bu da yeterli gelmeyince sermaye birikimi direk politikacıların üzerine alınmıştır. Denetimsiz örtülü ödenek uygulaması ile gereksiz halkalar tamamen ortadan kaldırılmıştır. Artık bir seçimde devletin onlarca uçağı, binlerce aracı ve tüm çalışanları sorgusuz sualsiz kullanılabilmektedir.
7. Seçim Mühendisliği Yapın
7. Seçim Mühendisliği Yapın
Toplum mühendisliği AKP Türkiyesinin ayrılmaz parçası haline getirilecekti. Sürekli anket şirketleri ile çalışılacak, her uygulama, her politik gerilimin toplumu ne yöne sevk ettiği değerlendirilecek, gerçeklerin üzeri algılarla kapatılarak sanal düşman ve dostlar üzerinden toplum şekillendirilecekti. Böylelikle gerçekliği kaybettirilmiş bir toplum zaten seçimlerde hazır kıta olarak tutulacaktı. Bu politikanın üzerinde etki etmeyeceği toplum kesimleri de birbirlerine düşürülecek, bir araya gelmeleri engellenecek, bu dağınık yapıya sürekli kaybetmeye mahkum oldukları fikri nüfuz edecekti. Daha da vahimi sürekli sıcak para hareketleri ile krizlere alıştırılan toplumda asıl sorunun koalisyonlar olduğu empoze edilerek güçlü tek başına iktidar palavrası çözüm yolu olarak sunulacaktı.
8. Kitleleri bir çizgide tutun
8. Kitleleri bir çizgide tutun
Ne yaparsanız yapın bu yaptıklarınıza direnecek halk kitleleri mutlaka olacaktır. Onların harekete geçmesi hiç beklenmedik bir anda gerçekleşebilir; Gezi'de olduğu gibi. Bu durum gerçekleştiğinde unutamayacakları bir ders verilmelidir. "Emirler verilerek" çocuklara ateş açılmalı, bu kitlelerin ülkenin köprülerini kıskanan dış mihraklarca yönetildiği fikri kendi yandaşlarınıza aşılanmalı, devlet gücünün yanında yandaş gücü ile vahşice bastırılmalıdır, ki tekerrür etmesin. Önemli olan "ne yapsak olmuyor" ümitsizliğinin geniş kitlelere benimsetilmesidir.
9. Tüketiciyi yetiştirin
9. Tüketiciyi yetiştirin
Walter Lipman'ın belirttiği gibi halk yerini bilmeli ve yönetenler "şaşkın sürü"nün kendilerini asıl işlerinden alıkoymasını engellemelidirler. Bunun yolu işe yarar bir tüketici sınıf yetiştirmektir. Reklam endüstrisi bu keşif ile büyük patlama yaşamıştır. Chomsky'nin özetlediği gibi "ekonomi teorisinde pazarlar, bilinçlendirilmiş tüketicinin mantıklı seçimler yapmasına dayanmalıdır. Ama bugün reklam sektörünün pompaladığı amaç, mantıksız seçimler yapan bilgisiz tüketiciler yaratmaktır."
Aynı teori Türkiye'de seçim kampanyalarına başarıyla uygulanmış, PR şirketleri "tüketici"nin yerine "seçmen"i yerleştirmişlerdir; mantıksız seçimler yapan bilgisiz seçmenleri.
10. Toplumu ayrıştırın
10. Toplumu ayrıştırın
Tüm bu prensipler içinde yapılması en kolay ve en etkin olanı toplumu temelden ayrıştırmak oldu. Eskiden varolan ama kimsenin çok da önemsemediği farklılıklar artık su üstüne çıkarılmalıydı. Bu yapılırken algılar doğru yönetilmeli yapılanlar halka, eşitlik ve adalet kavramları manipüle edilerek anlatılmalıydı. Bu yapılırken temel kayma düzlemleri itina ile kullanılarak; laik-dindar, alevi-sunni, aydın-cahil, türk-kürt ayrıştırılıp birbirine tamamen düşman edilmeliydi ve bu başarıldı. Yine Chomsky'nin ifadesi ile birbirlerinden nefret eden toplumlarda kimse bir diğeri için elini taşın altına koymayacaktır. 60'lara dönüş artık mümkün değildir.
Chomsky'nin sıraladığı 10 prensibin de nerdeyse şaşmadan Türkiye'de uygulanmış olması tesadüfi olabilir mi? Peki hayatlarında değil Chomsky, Cin Ali bile okudukları şüpheli adamlar bu prensipler bilinçli olarak uygulamış olabilirler mi? Arkadaki güç KİMDİR?
Ender Şenkaya
16 Nisan 2017