World in my Viewfinder

22 Şubat 2017 Çarşamba

Bir Antitez Filmi Arrival

Uzun süredir şöyle tadı damağımızda kalacak, üzerinde iki kelam edecek bir bilim kurguya hasret kalmıştık. Sonuçta Arrival "Geliş" de öyle uzun içimli bir Burgondy sayılmaz. Yine de tez olmaktan çok anti tez yönleri ile insanı klavye başına iteklemeyi başarıyor.



Film tipik bir Hollywood klişesi olan ve uzaydan gelen olası bir tehdit karşısında ancak akıllara gelen bilim adamlarının toparlanması ile başılıyor. Dünayaya ne amaçla geldikleri belli olmayan 12 uzay gemisine  (12'ye dikkat) önce saldırmak yerine anlaşmaya çalışan orduların, matematikçilerle işi çözemeyince dil bilimcilere başvurması filmin ana omurgasını oluşturuyor aslında. Yani daha başlangıçta iki farklılaşma birden : "shoot first ask questions later" kovboyluğu  yerine uzlaşmacılığın seçilmesi ve işi her zaman olduğu gibi matematikçilere değil, TM'cilere bırakmak :)

Filmin biraz bağlamdan kopmuş ve tartışmaya çok açık bir başlangıç yapması oraya takılı kalırsanız can sıkıcı olabiliyor. Bu nedenle Sanskritçe "savaş" ne demek o kadar takılmamalı. Sonuçta askerler Sanskritçe "gavishti / savaş" kelimesinin "anlaşmazlık"tan türediğini söyleyen dilbilimci yerine "daha çok inek arzusu"ndan türediğini iddia eden dilbilimcide karar kılıyorlar. Yani nüanslara önem vereni seçmiş oluyorlar. Bu kadar kaynak seferber edilmişken neden iki dilbilimci birden seçilmiyor orası "film icabı". Aç parantez, Hindularda antik çağda inek bir değiş tokuş aracı (yani para) olarak kullanıldığı için, eski savaşların da sonuçta finansal arzulardan kaynaklandığı anlaşılıyor, kapa parantez.

Böyle "zor" bir seçimden geçirilen dilbilimci güzel Louise (Amy Adams) bir matematikçi ile beraber uzaylılarla görüşmek üzere uzay taşıtına yollanıyor. Yolda ekibin arasında kültürün başlangıcının dil mi bilim mi olduğuna dair derinlikten uzak bir tartışma geçse de, askerler dilbilimciyi ekibin başına geçiriyorlar sonuçta. 

Gelelim antitezlere. Filmin tamamı ne yapsak da efsanevi Carl Sagan yapıtı Contact / Mesaj'a benzemesek ilkesinden yola çıkmaya mı çalışmışlar yoksa ne yapsak da seyirciye biz Mesaj'ı geçecek bir film mi yaptık mı demek istemişler belli değil. Daha ileri yorum fazla niyet okumaya girer.

İlk antitez: Uzaylıları anlayacaksak Jodie Foster gibi astro-fizikçilere değil dilbilimcilere ihtiyaç var. MF yerine TM yani…

Carl Sagan Mesaj'ı astro fizikçiler ve matematikçilerle çözmüştü. Bir de sık sık nasıl yanıldığı görülsün diyerek bir din adamı kullanmıştı.

Louise ve matematikçi arkadaşı (Jeremy Renner) uzaydan gelen cismin içine ilk girdiklerinde dikey olarak yükselmeleri gerekirken aslında yatay olarak ilerlediklerini görürler. Cismin içinde uzay bükülmektedir zira. Tabii yanlarında bir fizikçi olsaydı uzay-zaman denklemleri gereği uzayı bükebilenlerin, zamanı da bükebileceklerini daha işin başında anlayıp filmin sonuna kadar bunu anlamaya çalışmak için didinmezlerdi. Burası da film icabı tabii ki.

İkinci Antitez: uzaylılar HG Wells'in dediği gibi tripod değil yedi ayaklı heptapod'durlar. 3 yetmez 7 olsun ama pod olsun…

Louise dil öğretme işine "insan" kelimesi ile başlıyor. Buraya kadar normal işler. Ama ikinci kelime "yürümek" olunca hoppala oluyoruz. Zira askerlerin isteği uzaylılara "ne işiniz ola dünyada?" sorusunu yöneltmek. Burada ikinci kelimenin en azından "Dünya" olması gerekmez miydi? 

Hadi bir parantez daha açalım:
Sene 1972. İnsanlık güneş sistemi dışında ilk kez bir sonda göndermeye hazırlanıyor; Pioneer 10. Bilim ekibinde yeralan Carl Sagan, sondanın birgün uzaylıların eline geçmesi ihtimaline karşı sondayı kimin  ve nereden yolladığına ilişkin bilgilerin yeraldığı altın bir plakanın sondaya yerleştirilmesini istiyor. O zaman için dünyadan en uzak mesafeye gönderilecek bu uzay aracında her miligramı hesaplayan mühendisler bu garip isteğe itiraz etseler de, ısrarcı olmuyorlar. Plakayı anten mesnetlerini yıldıztozundan koruyacak bir kalkan görevi yapacak şekilde yerleştirmeyi kabulleniyorlar. Plaka aşağıda. Görüleceği üzere uzay aracına ölçekli çizilmiş bir erkek ve bir kadın figürü ile uzay aracının -Jimmy Hendrix tabiri ile- güneşten üçüncü kaya parçasından yollandığını gösteren şema var. 



Sadece bunlar yok figürde elbette. Güneşin etrafındaki 14 pulsara olan uzaklığı ve pulsarların sadece kendilerine özgü frekansları da gösterilmiş ki akıllı uzaylılar yerimizi tam olarak tespit edebilsinler. İnsan figürlerinin arkasından devam eden çizgi de Samanyolu'nun merkezine olan uzaklığımızı gösteriyor. Uzaklıkları evrensel dilde anlatabilmek için de üst köşede hidrojen atomunun boyutlarını nirengi olarak işaretlemişler. Umarız iyi niyetli uzaylıların eline geçer bu plaket! Bu hidrojen ve atomu pulsar frekansları yaklaşımı daha sonraki Voyager programlarında da  kullanılmış.

Şimdi bu plaket ile ilgili yarım asır öncesinin tartışmalarına bakalım. İlki çıplak insan figürlerinin pornografik olduğu. Bu nedenle kadının genital organındaki çizgi gösterim bile sonradan kaldırılmış. İkinci tartışma insanlığı neden tek bir ırkın temsil ettiği üzerine olmuş. Bu tartışma Carl Sagan'ı da sonradan plaketle ilgili en büyük pişmanlığı olmuş. Ama en önemli tartışma Pioneer 10'un Dünyadan fırlatıldıktan sonra Jüpiter ve Satürn'ün arasından geçerek güneş sisteminin dışına çıkan yörüngesinin ucuna konan ok işareti. Bilimadamları  o günlerde ok işaretinin sadece bizim gibi avcı kültürlerden gelenler için anlamı olacağını, diğer kültürlerin bunu anlamayacağını iddia etmişler. O zamanki tartışmaların detayına bakınca 50 yıl sonra çekilen bir filmin sığlığına şaşmamak elde değil.
Kapayalım parantezi

Bu kadar uzun parantezi neden açtım? Hiç tanımadığınız zeki bir türle anlaşmaya başlamak için kullanabileceğiniz sayısız parametre var; hidrojen atomu, pulsar frekansları, güneş sistemi, galaksi boyutları. Hiçbirini yapamıyorsan Jimmy Hendrix'in yaptığını yap bari. İş TM'ye kalınca bu kadar olmuş :)

Üçüncü Antitez: Sizinle temasa geçecek uzaylılar, ölmüş babanızla değil (Contact), doğmamış kızınızla iletişim kurdururlar. Bu antitezin içinde ikinci dereceden başka antitezler de saklanmış; önceki jenerasyon yerine, sonraki, eril yerine dişil, ölmüş yerine doğmamış. Birisi senariste demiş ki Contact'in tam zıttı bir senaryo yaz. İyi de Carl Sagan 'ı mezarında ters döndürmeye gerek var mıydı?


Peki bu kadar zıtlığın yanında Contact ile subliminal (!?) bağıntı kurduran öğeler olmaz mı. Amy Adams ile Jodie Foster'in benzetilme gayretleri ki özellikle dekolte giydikleri davet sahnelerinde, 12 uzay gemisinden birinin başka yer yokmuş gibi Contact'de yedek uzay aracının yapıldığı Hokkaido'ya inmesi gibi. Ya da Japonlar yerine yine çekik olan Çinlilerle işbirliğine gidilmesi gibi…



Bu kadar yergiden sonra gelelim filmin en yaratıcı ve çekici bölümüne. Uzaylıyı anlamak için tabii uzaylı gibi düşünmek gerek. Adamlar uzayı ve zamanı büküyorlarsa cümlecikleri de bükülmüş olmalı! İşte düğüm burada çözülecek. Zamanı doğrusal (lineer) algılayan bir tür (biz) , non-lineer algılayan (yani geçmişle geleceği kavramsal olarak içice yaşayan) bir türle karşılaşınca düşünce ve cümle sistematiğini de doğrusallıktan döngüselliğe çevirmek zorunda. Sonuçta bir Rosetta taşı ile gelmemişler ki. Aslında gelebilirlerdi tabii ama bu da film icabı. Daha fazlası için filmi izleyin. Gereğinden fazla spoiler verdik zaten.

Doğrusal olmayan zaman kavramı ne kadar çekici! Ne hasret ne de yas var. 

Sonuçta, isanlara zeki oldukları hissini seven filmler çok satarlar. Kime zekasının düşük olduğunu gösterirseniz sizden nefret eder. İnsanın doğası bu.

Ender Şenkaya
Şubat 2017