World in my Viewfinder

20 Kasım 2016 Pazar

Orta Vietnam

16-18 Eylül 2016

Vietnam'ın Göbeğindeyiz
Vietnam seyahatimiz kuzeyden güneye doğru devam ediyor. Zamanınız genişse pek çok gezgin bu rotayı trenle yapmayı tercih ediyor. Sonuçta karayolu seyahatleri bir ülkeyi tanımak için çok daha faydalı. Fakat bizim dar programımızda buna imkan olmadığından Vietjet Havayollarının uçuşu ile Hanoi'den Vietnam'ın merkezindeki Da Nang şehrine geliyoruz. Vietnam'ın kumsallar ve tapınaklar bölgesindeyiz.



Da Nang

Da Nang, okyanus kıyısında uzanan uçsuz bucaksız kumsalları ile Antalya tarzı resortlar şehri olma yolunda adımlar atan bir kent. En büyük farkı ana ulaşım aracının diğer yerlerde olduğu gibi motorsikletler olması ve ortasından geçen Han ırmağının kente özel bir boğaz manzarası sunması. 

Oteller de ya bu 'Boğaz'ın çevresinde ya da kumsallar boyunca kümelenmiş durumda. 

Vietnam özellikle Rusya'dan ciddi miktarda turist çeken bir ülke ve diğer soğuk iklim insanları gibi Ruslar için de tatilin anlamı deniz kum ve güneş. Bu açıdan bakıldığında Da Nang, çoğu için deniz tatili cenneti. Benim içinse, en az Antalya'nın Kundu'su kadar çirkin resort yapılaşmasına açılmış sahillerinin bir cazibesi yok. Zaten çoğu halen inşaat halinde ve denizle aranıza bir duvar örülmüş durumda. Biz de zaten buraya, Hoi An ve Hue gibi dillere destan tapınak şehirlerine yakınlığı nedeniyle gelmiş durumdayız.

Ejderhayı Bulmak

Kilometrelerce uzanan neredeyse Maldivler'i aratmayacak derecede ince kum tanelerinden oluşan kumsalların hakkını yemeyelim yine de. Kent boyunca uzanan ırmağın üzerindeki köprülerin gece manzaraları da ayrı güzel. Özellikle Dragon Köprüsü hepsi içinde çok ayrı bir tasarım harikası; Loch Ness'de bulamadığımız canavarı Da Nang'da buluyoruz. Cumartesi geceleri belli bir saatte ağzından ateş de kusuyormuş. Bizim kadar şanslı iseniz dolunay altında hem Dragon köprüsünü seyredebilir hem de kumsalda halkın arasına karışıp ayın şavkı okyanustan yüzünüze vururken huzuru hissedebilirsiniz.

Da Nang'da boğaz kenarında yürürken klasik müzik eşlik edecek size. Belediye yol boyu aydınlatma direklerine ses sistemi de yerleştirmiş. Müzik yayını sabah 5'te başlıyor. Biliyorum çünkü gündoğumunu fotoğraflamak için ben de o saatte ayaktaydım, şehrin diğer yarısı gibi. Sabahın köründe rahat rahat fotoğraf çekerim sanmıştım. Ama boğaz kıyısı koşanlarla dolu. Az ileride en az elli kişi tai-chi yaparak gündoğumunu kutsuyor. Erken doğan gül parmaklı şafak belirdiğinde Da Nang'da yeni gün çoktan başlamış durumda.

Hoi An

Da Nang'a yaklaşık 25 km mesafedeki Hoi An kasabası orta Vietnam'ın görmeden geçilemeyecek kadar güzel bir noktası. Hem de buralara geliş amaçlarımızdan birisi.

Tabii yol üzerinde Marble Mountains'a uğramazsak olmaz. Da Nanag'ın güneyindeki bu beş tepeden oluşan bölgeye formasyonu mermer ve kireçtaşı olması nedeniyle bu ad verilmiş. Tepeler, ezoterik dünyanın dört elementine bir de metal eklenerek Metal, Toprak, Su, Ateş ve Rüzgar olarak adlandırılmış. Bence bunlara Taş da ekelenebilirdi :)

Tepelerden birinde içinde Budist grottoların da bulunduğu ve en öne çıkanı önünde mola veriyoruz. Yükseklik nedeniyle bir de ücretli asansör konulmuş. Yakıcı güneş altında oldukça işlevsel. Yukarı çıktığımızda yüksek bir mabetle karşılaşıyoruz. Önünde nilüfer havuzlu bir çeşme olan yedi katlı yapının yanından ilerleyerek kireçtaşı içine oyulmuş/oluşmuş budist grottosuna varıyoruz. İçeride bizi bir Lady Buda karşılıyor. Tavandaki delikten içeri süzülen güneş ışığı mistik havayı biraz daha perçinliyor. Daha önemlisi serin olması tabii. Bu nedenle Lady Buda'ya sonsuz teşekkürlerimizi sunup yolumuza devam etmek üzere tepeden ayrılıyoruz. Tepeden inerken okyanus manzarası eşliğinde karşımıza çıkan çatıların üzerindeki ejderha motifleri ile mermerden oyulmuş dokuz başlı canavarın işçiliğine hayran olmamak elde değil. 

Ticaretin Başkenti

Tarihçesi 15.yüzyıla dayanan ve Vietnamın en önemli ticaret limanı ünvanın sonradan Da Nang'a kaptırmış olsa da Hoi An, iyi derecede korunmuş mimari özellikleri ile UNESCO kültür mirası listesine girmeyi başarmış. UNESCO dedik ya, bu kasabaya giriş de gavurlara paralı. Yerel gibi davranmaya çalışsak da nedense başarılı olamadık. Allah'tan biletler 24 saatlik ve üzerlerinde saat yazmadığından iki gün kullanabiliyorsunuz :)

Yüzyıllar boyu güneydoğu Asya'ya ticaret yapan Çinli ve Japon tüccarların en önemli uğrak noktası olmuş kasaba. Zaten Hoi An da kelime anlamı itibarı ile 'huzurlu buluşma yeri' anlamına geliyormuş. Japon tacirleri burada yerin altında bir ejderhanın uyuduğuna inanırlarmış. Tüccarlar başka ne isteyebilirler ki :)

Bir ara Fransızların da ticaret kolonisi haline getirdikleri kasabanın bir diğer özelliği de tapınakları. 6.yüzyıldan beri Budist rahiplerin akımına uğramış Vietnamın hemen her yeri budist tapınağı. Hoi An'da bunların en şirin örneklerini görmek mümkün. Bir dönem hüküm süren katı komünizm bile bunlara dokunmamış. Büyüklerin oyuncak müzesi olarak adlandırsak yanlış olmaz. Hemen her tapınakta  cümle kapısından sonra avlu içinde bonzailer karşılıyor sizi. Hepsinde küçük Buda'lar yerleştirilmiş. Kafanızı kaldırınca rengarenk ve albenili yapının üzerini daha da güzel bir çatının kaplamış olduğunu görüyorsunuz. Çatılar kiremitten çok seramikten yapılmışlar. Hoi An'lılar ellerini korkak alıştırmamışlar yani. Hepsinin üzeri ejderha motifleri ile bezenmişken kimisinde küçük Konfiçyüslere de denk gelebilirsiniz. Tapınaklar evlenen çiftlerin de uğrak noktası. Yöresel giysileri içinde düğün fotoğraflarını burada çektiriyorlar. Damatların işlemeli giysileri göz alıcı. Ben de başka fotoğrafçılara verilen pozlardan birkaçını çalmayı başarıyorum.

Hoi An, metrekare başına düşen kafe-restoran sayısında sanırız Vietnam'da açık ara birincidir. Tek ekonomik sektör turizm olunca genç nüfus da çareyi buraları işletmekte ya da çalışmakta bulmuş. Kafelerden bazı sokaklar 19.yüzyıl başını anlatan macera filmleri gibi gözüküyor. Sanki az sonra Alman ve İngiliz ajanları birbirini kovalayacak. Komünist Vietnam'da bile doğum günleri 'happy birthday' şarkısı ile kutlanıyor. Kafelerden taşan genç enerji akşam saatlerinde sokaklara yayılıyor.

Turizmin olmazsa olmazı hediyelik eşya ve incik boncuk işi Hoi An'da biraz daha ileri gitmiş. Başka bir yerde incik boncuk olacak kadar çok sergilenen süs taşları aslında gerçek inci. Pazarlık yapabiliyorsanız uygun fiyatlara düşüyorlar. Burada da sokak galerileri her yerde. Ancak resimleri neden büyük ebat çalıştıklarını anlamıyorum. Alıp getirmek için çok büyükler. Şimdiye kadar gördüğüm en güzel model gemi koleksiyonu da Hoi An'da. Model gemi işini sanat mertebesine yükseltmişler. Hele şişenin dibi kesilmeden boynundan geçirilerek yapılmış modeller ayrı güzel.

Yüzyıllardır ticari gemilerin ortak buluşma noktası olmuş bu yerde, Güneydoğu Asya'ya özel denizcilik sanatının en güzel örneklerini görmek mümkün.

Gece olduğunda yerlilerin Moonriver dedikleri (!?) nehrin kıyısı bir festival alanına dönüşüyor. Turistlere satılan yüzen dilek fenerleri nehrin üzerini kapladığında bir uzak doğu büyüsü içinizi kaplıyor. Hoi An'ın simgesi Japon Köprüsü ışıklandırıldığında artık ejderhalar gecesi de başlamış oluyor. Japon denizcilerin kentin altında uyuduklarına inandıkları ejderha çıktı çıkacak hani. Hele kıpkızıl doğan dolunay nehrin ekseninden ufukta yükselirken. Khaleesiyi ise yine boşuna bekliyoruz. 


Hue

Da Nang'da dolayısı ile Orta Vietnam’da son günümüz. Bugünü Vietnam'ın en kutsal şehri Hue'ye ayırıyoruz. Da Nang'a 80 km uzaklıktaki bu şehre ulaşmanın en güzel yolu tren yolculuğu imiş. Ama biz kalmaya gitmediğinizden en hızlı olacak şekilde bir taksi kiralıyoruz.

Tren yolu ile gittiğinizde bir yanınız okyanus diğer tarafınız orman manzarası. Biz de karayolu ile gidişte benzer bir yolculuk yapıyoruz. Tünellerden geçen daha hızlı bir yol var ama ordan gidersek Hai Van Geçidini ve Lang Co kumsallarını görmek mümkün olmadığından en azından gidiş güzergahımızı buralardan gidecek şekilde ayarlıyoruz. 

Hayvan Geçidi

Hai Van Geçidi neredeyse tüm körfeze hakim stratejik bir noktada. Kuzey ve güneyi sadece coğrafi ve iklimsel olarak değil, uzun yıllar boyu siyasi olarak da ikiye bölmüş bu geçit. Geçidin üzerinde halen Fransızlardan kalma makineli tüfek yuvaları bile duruyor. Adına (Vietnamca puslu okyanus geçidi) uygun şekilde puslu olduğundan okyanusun berrak bir görüntüsünü seyretmemiz mümkün olmuyor. 

Hai Van geçidinde kısmet olmayan okyanus manzarasına ikinci mola yerimiz Lang Co kumsalında doyuyoruz. Ormanın dibinden başlayan incecik tropik kumsal kilometrelerce uzanıyor. Okyanusun serin suları ve dalgalar o kadar davetkar değil ama. Sazlardan yapılmış güneş şemsiyeleri ve ahşap cankurtaran kuleleri plajı daha sevecen gösteriyor. Mevsim dışı gittiğimizden olsa gerek sanki okyanusta ıssız bir adadayız. Geniş vaktiniz olsa uzanıp dünyanın dertlerini unutmak için birebir bir lokasyon. Ama Hue’de uzun bir programımız var. 

Kuzeyli komünistler tarafından 1945 yılında lağvedilmiş Nguyen Hanedanın başkenti Hue’ye girdiğinizde, yıllarca ihmal edilmiş neredeyse çürümeye yüz tutmuş bir kentle karşılaşıyorsunuz. Kentin orasından geçen Perfume Nehri ise isminin aksine neredeyse kanalizasyon renginde akıyor. Komünist Parti Hue’yi feodalitenin merkezi olarak gördüğünden olsa gerek neredeyse bir başına ve çaresiz bırakmış yıllarca. Bu da yetmezmiş gibi bir de Amerikan bombardımanı kentin pek çok tarihi yapısını da harabeye çevirmiş. Ta ki turizm bir gelir kaynağı olarak ortaya çıkana dek sürmüş bu tecrit. Onyıllar süren ihmal edilmişlik turizmin getirdiği kıpırdanma sayesinde yavaş yavaş ortadan kalkacak gibi. 

Kendi Mezarının Sefasını Sürmek

Hue'deki ilk durağımız Nguyen hanedanının en uzun süre hüküm süren imparatoru Tu Duc'a ait 19.yüzyıldan kalma anıt mezar. Kısmen savaşların etkisiyle dökülmüş, kısmen de doğanın en yıpratıcı etkisiyle küflenmiş, harap ama mistik kokulu dış duvardaki devasa kapıdan içeri geçtiğinizde, terrakota ve ateş tuğlasının örgün estetik birleşimleri arasındaki büyük nilüfer havuzu karşılıyor sizi. Havuzun üstü tomurcuklarından bazen patlamış çoğu ise patlamaya yüz tutmuş nilüfer çiçekleri ile silme dolmuş durumda. Daha çok Bizans mimarisinin uzakdoğuya taşınmış tarzı diyebileceğimiz taş işleme sanatı ile örülmüş duvarlar havuzun etrafını çevreliyor ve merkeze yakın ahşap ve şirin bir Budist tapınağında kavuşuyorlar. Dev anıt mezar yerleşkesinin daha girişindeyiz. 

Aslanlı yol tarzı ama daha kısa ve filli olan bir taş yoldan içindeki sarayı da geçerek anıt mezara doğru yaklaşıyoruz. Yüz kadar eşi ve gözdesi olan imparator, anıtmezar yerleşkesini de kendisi tasarlamış ve hayattayken inşa ettirmiş. Yerleşkeyi çok beğenen imparator, inşaatın ardında mezarında mutlu bir hayat da sürmüş. Tabii mezarında bu kadar sefa yapan imparator, öldükten sonra da buraya değil ama gizli bir başka mezara gömülmüş; iyi mi! Bu gizliliğin bedelini de Mısır'da olduğu gibi imparatoru gömen 200 işçi kelleleri ile ödemişler. 

Mezar yerleşkesinde Anıtın yansımasını düşürmek üzere inşa edildiği anlaşılan ama üzerindeki nilüferlerin yoğunluğu yüzünden bunu başaramamış bir diğer havuzun etrafından dolaşarak 'sözde' mezarın merdivenlerini ağır ağır çıkıyoruz. Sözde çünkü Tu Duc burada gömülü değil. Ama kendisi hayattayken yazdığı kitabesi burada. İçinde ne yazdığını bilemesek de, monoblok taş kitabe ve üzerine inşa edilmiş anıtın estetik bütünlüğü büyüleyici. Kendi mezarının sefasını hayattayken sürmüş bu sıradışı imparatoru geride bırakarak yerleşkeden ayrılıyoruz.

Direnen Budistler

Hue’de ikinci durağımız kentin en önemli Budist tapınağı Thien Mu Pagoda. Pagodaya karayolu ile ulaşabileceğiniz gibi kendine has rengarenk tasarımları olan dragon tekneleri ile de gidebilirsiniz. Eski başkentin bu biraz gayrı-resmi simgesinin, yedi katlık yapısı ile Vietnam’ın en yüksek tapınağı olduğu söyleniyor.

Tapınağın içinde bir de Budist rahip okulu var. Diğer dinlerde olduğu gibi budizmde de beyin yıkama erken yaşta başlıyor anlaşılan. Ortasından geriye doğru yarısı kazınmış saçları çocukların daha öğrenci olduklarını gösteriyor olsa gerek (?). İleri yaştaki rahiplerin saçları tamamen kazılı zira. Bu çocukların en önemli görevleri tapınağın inşa edildiği 17.yüzyıldan kalma üçbuçuk tonluk devasa çana en mükemmel tınıda vurulmasını sağlamak ; yani zangoçluk. Richard Dawkins'in de çok haklı olarak belirttiği gibi, genetik bir bozukluğu tedavi etmek bile mümkünken, küçük yaşlarda baskı altında yönlendirilmiş bireyleri ileri yaşta yeniden şekillendirmek neredeyse imkansız. 

Thien Mu Pagoda, aslında barışçıl oldukları bilinen budistlerin 1960'larda bir ayaklanmasına merkez olmuş. O yıllarda katolikliğe meyleden hükümet budistler üzerinde ciddi baskılar uygulamaya yönelince başlayan ayaklanma sırasında pek çok budist öldürülmüş. Ayaklanmanın sembollerinden birisi olan mavi Austin marka araç tapınakta halen sergileniyor. 1963 yılının bir yaz günü 'en muhterem' rahip Thich Quan Duc bu aracı kullanarak Saygon’a gidiyor ve araçtan inip lotus pozisyonunda oturuken kendisini yakarak Dinh Diem rejiminin dinsel özgürlükler üzerine getirdiği kısıtlamaları protesto ediyor. Bu kendini kurban etme sahnesi Vietnam'daki dinsel özgürlükler sorununu dünya gündemine taşımış. İnsan bugün hakları elinden alınırken kılını kıpırdatmayan toplulukları (toplum diyemiyorum) görünce keşke bunların da kafası en azından budistler kadar yıkanmış olsaydı demeden geçemiyor!

Yasak Şehirde

Hue'nin ve dolayısı ile Orta Vietnam'ın son durağı Imperial Citadel; Nguyen Hanedanının başkenti. 19.yüzyılın başında inşa edilmeye başlanan bu imparatorluk merkezinde Pekin'in ünlü yasak şehrine öykünülmüş. Yer seçiminin kahinler tarafından yapıldığı söyleniyor. İmparatorluk merkezi 2x2 km büyüklüğünde kare şeklinde ve etrafı Perfume Nehrinden su getirilen yapay bir hendekle çevrili. Onbinlerce işçi tarafından inşa edilmiş devasa bir yapı. İşin içinde hendek olunca timsah da arıyoruz ama yoklar. 

Kentin içindeki kentin içindeki kent diyorlar Hue için. Merkezdeki yerleşke de ünlü Eflatun Yasak Kent. Şunu baştan söylemek gerekir ki 4 kilometrekarelik bu imparatorluk merkezini öyle yarım günde layıkı vecihi ile gezmek mümkün değil. Biz büyüklüğün farkında olmadığımız içi tutmamış olsak da girişteki tuktuklardan birisini tutmak size zaman kazandıracaktır. Tuttut yani :) Mimari karakteristiğini Pekin'deki Yasak Kent'ten aldığı söyleniyor. Yine terrakotta ve ateş tuğlasının muhteşem evliliklerinin izlerini görüyoruz. Burada da seramik çatı işçilikleri ve seramik duvar panolarının her birinin  sanat eseri olduğunu söylemek gerekli. Kentin duvarlarında gerçekten bir zamanlar hakim olan eflatun rengin artık biraz küf biraz da termit atakları nedeniyle değiştiği ama bu değişimin öyle sanıldığı gibi kötü yönde olmayıp kente çok gizemli hatta mistik hava verdiğini söylemek gerekli.

Duvarlar içinde duvarlar içinde duvarlarla çevrelenmiş yerleşkelere yine her biri cüsseli ve gizemli kapılardan geçip girerken kaybolmamak için sık sık arkanızda bıraktığınız bölümü gözlemlemek gerekli.  Konut ve idari merkezler olarak kullanılan yapılar bir tarafa, bu kadar zahmete sadece kırmızı kapılı Hung Mieu tapınağını görmek için bile değer. Kanımca tüm Vietnam'daki en etkileyici tapınak imparatorun atalarına adadığı bu yapı. Açık bırakılan kapılar ve kapıların üzerindeki mazgallardan içeri sızan gün ışığı insana huzur veriyor. Tapınakların içinde fotoğraf çekmek yasak olsa da bana bu kibarca öğretilene kadar (!?) çok az fotoğrafına rastlanan bu yapının içeriden birkaç fotoğrafını çekme imkanı buluyorum. 

Tapınaklardan eşsiz bahçelere oradan konut olarak kullanılan bölümlere oradan köşk ve saray yapılarına kaybolup tekrar tapınaklara geçiyoruz. İçeride pek çok göletçik ve olmazsa olmaz nilüfer havuzları arasına saklanmış kafe ve hediyelik eşya bölümleri de var. 

Her ne kadar yer tespitini kahinler yapmış olsa da Imperial Citadel 1968'deki büyük yıkımdan kurtulamamış. Önce kuzeyden akan Viet Cong'un eline geçmiş. Viet Cong'un üst yönetimini yoketmek isteyen Amerikan ordusu da bu efsanevi güzellikteki kentin büyük kısmını hava bombardımanı ile tahrip etmiş. İyi ki UNESCO var ve biz şu anda bu güzellikten bahsedebiliyoruz. 

Daha ne yıkımlar görecek bu Dünya diye düşünerek artık Orta Vietnam'a veda ediyoruz.

Ender Şenkaya
Kasım 2016