23 Ocak günü, -13 derecedeki karlı bir Ankara sabaha karşısında başlayan yaklaşık 20 saatlik yolculuğumuz aynı tarihte Buenos Aires geceyarısına doğru sonlandığında mandalina mevsiminden karpuz mevsimine de geçmiş oluyorduk. 'Gümüş Ülkesi' Arjantin'e ilk ayak basışım.
Sadece iki gece ve bir gün görme şansı bulduğumuz ve Patagonya gezimiz için aktarma istasyonu olarak yeralmasını planladığımız Buenos Aires hakkında ahkam kesmek ya da gideceklere yol göstermek amacım olmadığından, bu bir gezi yazısı değil de ancak 'yol üstü' yazısı olmalı diye düşündüm.
Buenos Aires'e indiğimizde bizi güneş yeni batmış olmasına rağmen 28 derece civarında nemli bir hava karşıladı önce. Delta T 40'ın üzeriydi yani. Ne kadar hazırlık yapmış olursanız olun sadece giysi değiştirmek bu kadar radikal bir değişime karşı vücudunuzun kolay aklimatize olmasına yetmiyor. Bir tür sudan çıkmış balığa dönüyorsunuz. Ertesi gün o balık tavada iyice kızaracak daha...
Havaalanından şehir merkezine doğru sağlı sollu futbol sahaları arasında yol alırken şöförümüzle ancak evrensel futbol dili kullanarak iletişim kurabiliyoruz. Baş konu Messi. Ama olayı Kempes ve Ardiles'e getirince yaşlıca şöförümüz heyecanlanıyor. Nasıl olmasın, 38 yıl öncenin efsane Dünya şampiyonu takımından bahsediyoruz, hem de iki Türk. Taksiciye o 1978 yılını neden unutmam mümkün olmadığını anlatmam zor tabii. Futbolcu adları dışında tek kelime iletişim kuramadığımız şöförümüz şehir merkezinin ara ve biraz metruk sokaklarındaki otelimize bizi bıraktığında artık gece yarısı. Cumartesi gecesinin ilerlemiş saatinde Otelin çevresi pazuları dövmeli adamlar, köşebaşlarını tutmuş hayat kadınları ve yaslandıkları duvarlarda bilmem ne alışverişi yapmaya çalışan delikanlılar dolu. Yeni bir kıtada ilk gün başlıyor ve sonlanıyor aynı anda.
LA RECOLETA
Buenos Aires'deki tek günümüz taze karpuz yiyerek başlıyor. Ocak ayında yaz havasını içimize çekmek hoş bir duygu. Avrupa şehirlerini aratmayan sokaklardan geçerek tek bir günlük ziyarete sığdırmayı hedeflediğimiz noktalardan La Recoleta mezarlığına doğru yol alıyoruz. Buenos Aires şehir merkezinin büyük bölümünde 17-18. Yüzyıl kolonyal mimarisi hakim. Pek çok anıtsal yapı zaten ya İtalyan ya da Fransız mimarların elinden çıkmış. Sık sık aydınlamanın sembolünü taşıyan Arjantin bayrağına ya da parkların üzerini doğal bir şemsiye gibi örten anıtsal kauçuk ağaçlarına rastlamasak Avrupa'da zannedeceğiz kendimizi.
La Recoleta, Dünyanın çeşitli yerlerinde rastlayabileceğiniz anıtsal şehir mezarlıklarının en güzel örneklerinden birisi. Bana daha çok Moskova'daki içinde Nazım'ın da gömülü olduğu Novodevichy mezarlığını hatırlatıyor. 4600 kadar mezar küçük bir heykel kasabası oluşturacak bir düzende yerleştirilmiş. Bunların içinde 300 kadarı halk kahramanları ve aralarında Eva Peron'un da olduğu ünlü kişilere ayrılmış. Mezarlığın çok ötesinde bir heykel müzesinde gezer gibisiniz. Hemen her mezarın üzerindeki özel semboller orada yatan kişinin hayatı hakkında ipuçları verirken bir yandan da sembol bilimciler açısından bulunmaz bir kaynak oluşturuyor.
La Recoleta'dan bir otobüse atlayarak kendimizi La Ciudad kent pazarının içine atıyoruz. Sokak sanatçılarından, incik boncukçulara, envayi çeşit kukla satanlardan, tango giysileri satanlara karar herşey burada. Museo del Fillette'de öğlen peynir şarap atıştırması yaparken detone olsa da Now or Never'da kendilerine topluca eşlik eden ahaliyi izlerken artık latin Amerika'nın tam içinde olduğumuzu hissediyoruz. Masalarınızın üzerine bırakılan küçük zarflarla müzisyenlerden istek yapmanız da mümkün burada.
Şehrin ana caddelerinde gezerken yine Kolonyal döneme ait iki yapıdan bahsetmeden olmaz. Bence en önemlisi Başkanlık ofisi olarak hizmet veren Casa Rosa ya da Pembe Ev. İç savaşta kırmızı ve beyaz güçlerin sulh olmasının anısına iki rengin karışımı pembe olarak tasarlanmış Casa Rosa. Vaktiniz varsa içinde bir müze de bulunuyor.
Diğer tipik bina ise şu anki Parlamento binası. Gözünüz bağlı gitseniz kendinizi Paris'teki Les Invalides'de zannedebilirsiniz. Zaten önünde tekrar Rodin'in Düşünen Adam'ına (ki bence böyle çevirmemek gerek) rastlıyorsunuz. Bu sene Rodin'le çok karşılaştım ki bir gün o konuda birşeyler karalarsam bu heykel için daha uygun bir isim uyduracağım :)
LA BOCA
Mezarlık gezimiz öğlen sıcağına yakalanana kadar devam ediyor. Bir tur otobüsüne bilet alıp Boca'ya doğru yollanıyoruz. Ancak bu otobüsler sanırım Messi'nin boyuna göre imal edildiklerinden olsa gerek küçük bir beyin sarsıntısı geçiriyorum. En güvenli yer otobüsün güneş altına yanan terası!
Foto:Ö.Tekeli |
Foto:Ö.Tekeli |
Boca'nın bol renkli ama tekinsiz sokaklarında yürürken iyi niyetli insanlar kameralarımıza sahip olmamız için öğüt veriyorlar, gençler yanımıza kadar gelip 'ne güzel makineler' bunlar gibisinden işaretler yapıyorlar. Gece burada kalmasak iyi olur :)
La Boca'nın restoranların yer aldığı turistik caddesinde tango gösterileri karşılıyor bizi. Her restoranın dansçıları müşteri çekmek derdinde. Öğleden sonranın sıcağında genel bir boşluk olsa da gecelerin çok hareketli ve renkli geçtiği her halinden belli.
BORGES
20.yüzyıl edebiyat dünyasını sanırım pek az kişi Jorge Luis Borges kadar etkilemiş olmalı. BBC'de bile Borges'in 20.yüzyılın en önemli yazarı olup olmadığı boşuna tartışılıyor olamaz. Görmeyen gözlerine inat edebi yaratıcılığı en üst sınırları taşımış bir isim Borges ve biz şu anda onun yaşamaktan gurur duyduğu şehrin sokaklarındayız.
Meraklısı için New York Times'dan derleme bir Borges turu yapmak mümkün. Tabii eğer günlerden Pazar değilse! Zira Borges'in sevdiği, kitapçıları, kafe ya da restoranları bir Pazar günü açık yakalama şansınız pek az.
Yine de zar sor da olsa Galerias Pacifico'nun üst katındaki Borges Kültür Merkezi'ne uğrayabiliyoruz. Burası Borges hakkında şehirde bulabileceğiniz tek müzeye benzer konum. Müze dediysek bir kaç fotoğraf birkaç yazı ve illüstrasyondan ibaret. Tabii ki burada da herşey İspanyolca.
Büyük ustaya veda edip kısacık şehir gezimizi bu şekilde sonlandırıyoruz.
Ender Şenkaya
Mart, 2016
Ender Şenkaya
Mart, 2016