World in my Viewfinder

3 Kasım 2015 Salı

Amsterdam Notları

Amsterdam Notları

8 Nisan 2013



Masal kenti
Dönüş uçağımın kalkmasına artık saatler var. Ben de bu "Biker"dam pardon Amsterdam'dan bir bisiklet altında kalmadan ayrılabiliyor olmanın sevinci içindeyim!


Dördüncü günümde (sonunda) kendime göre kahvaltı edebilecek bir yer bulabildim. Meğer Niewmarkt'da De Cafe Waag bana göreymiş... Bir daha sefere daha çok gelirim buraya artık.

4 gün boyunca Amsterdam'da ne aradığını anlamadığım Madam Tussaud'a girmemek için direndiysem de bu sabah son günü boşa geçirmemenin telaşı ile kapısından dalıvermişim. 22 Euro'luk ücreti biraz tedirginlikle öderken, 15 Euro'ya Van Gogh'un eserlerinin görülebildiği bir şehirde % 50 fazlasına neler neler görebileciğimin ümidi içindeydim! Evet, beni Lady Gaga, Elvis, Angelina Jolie gibi ünlüler karşıladı... Değil mumyaları, gerçekleri için bile bu kadar para verir miydim bilmiyorum :) benim açımdan en ilginç figür yıllarca Moskova'da yaşadığım halde gerçek vücudunun mumyalanmış halini görme fırsatı bulamadığım Lenin'di. Amsterdam'da taklidi ile yetindim. Tek avuntum bu kadar ünlü kişi içinde benden daha uzun olan birisinin çıkmamış olmasıydı :) Bu arada "kan, ter ve gözyaşı" üçlemesinin Winston Churchill'e ait olduğunu öğrendim. Siz de artık öğrendiğinize göre 22 Euro harcamanıza gerek kalmadı. Winston Chirchill'e bu nedenle Nobel Edebiyat ödülü de vermişler :) Sanırım şehrin tam göbeğinde bu mùzenin açılmasına Kraliyet Ailesi önayak olmuş; ben de hepsi ile tanışma fırsatı buldum. Gözlerim, RTE, Arınç, Hakan Şükür, Sisi gibi Türk büyüklerini aradıysa da başarılı olamadım. Hasetlerinden koymamışlardır!


Amsterdam'da Lenin ile buluş
Amsterdam bir masal şehri olarak korunmak istenmiş. Hatta o kadar çok korunuyor ki; pek çok bina ve meydan restorasyon çalışmasından görülmüyor. Yine de daha önce gördüğüm şehirlerden ancak Venedik ya da Petersburg  ile kıyaslanabilir. Bana Venedik'in içinde bisikletler ve otomobiller olan büyük bir modeli gibi geldi ilk bakışta. Tüm kanal şehirleri gibi burada da toprak o kadar kıymetli ki, tüm binalar bitişik nizam, hazıroldaki askerler gibi. Gibisi fazla neredeyse hepsinin miğferleri bile var.



Le kitsch
Tüm bu korumacılığın yanında şehrin en güzel meydanlarından Dam meydanına - ki kentin ismi Amstel nehri ile bu Dam meydanında eskiden kurulu barajdan geliyor- bir lunapark kurmuşlar; Ulusal Bağımsızlık Anıtının karşısına hem de! Taksim Atatürk Anıtının karşısında 40 metre yükseklikte bir dönmedolap kurduklarını düşünün, öyle işte... Kitsch işte bu olmalı! Sadece bu da değil. Tüm kanallarda külüstür mavnadan bozma yüzen evler var. Hepsi de yasal; yani elektriği, suyu, gazı da bağlı. Kahraman Sadıkoğlu'nun bir zamanlar Göcek koylarına demirlediği yüzen gecekondusunu mumla ararsın; o hiç olmazsa yeşile boyalıydı.


Amsterdam'ın Petersburg ile tek benzerliği kanalları değil. Ünlü Hermitage müzesinin bir şubesi de burada. İşin ilginci bu bina da asıl Hermitage gibi münzevihaneden devşirme! Bu arada hermitage'ın kelime anlamının münzevihane olduğunu hatırlatalım. Van Gogh'un koleksiyonu geçici olarak burada sergileniyor.

Gece Nöbeti korkusu :)
Rijk Müzesi de yukarıda bahsettiğim restorasyon işinden nasibini almış. Rembrandt koleksiyonu bu yüzden görülemiyor. Neyse ki Rembrandt meydanında ünlü Night Watch tablosunun 3d bir canlandırması var. Rus heykletraşlar resmin tamamının heykelini dikmişler. Turistlerin Tussaud'daki Lady Gaga'dan sonra yanında en çok fotograf çektirdikleri figürler bunlar. Daha önce Moskova'da Şolohof'un Ölü Canlar romanından uyarlama bir heykel görmüştüm ama resimden heykele aktarılmış benim gördüğüm ilk eser. Moskova'daki örneğin çok daha şairane olduğunu itiraf etmeliyim. 


Dubuffet
Klasik sanattan sıkılırsanız Museum Meydanında Stedjelik Müzesi'ne de uğrayın. Van Gogh'un dışavurumculuğu başlattığı eserlerinden Kandinsky, Matisse ve Picasso'ya kadar pek çok ünlü ressamın eserlerini görebilirsiniz. Aynı müzede ben Dubuffet'in Gülümseyen adamını beğendim; smiley'i ilk o bulmuş sanırım :) Bu arada Ikea'nın tasarımcılarının ilham aldığı pek çok tasarımcının eserleri de burada.



Şehrin en büyük parkı Vondelpark'da Nisan ayı başında henüz tabiat uyanmadığından bahsedilen dillere destan güzellikleri yaşama imkanım olmadı. Avrupa şehirlerinin pek çoğu gibi Amsterdam da baharda daha güzel olmalı. 


Vondelpark huzuru




Ama baharın henüz gelmemiş olmasının asıl büyük şokunu Kuekenhof'da yaşadım. 30 hektarlık alanı ile Dünyanın en büyük çiçek bahçesi olduğu iddia edilen bu yere onca vesait değiştirip vardıktan sonra laleleri sadece seralarda görmek hayal kırıklığı idi. 



Kukenhof
Yeri gelmişken (yani laf lalelerden açılmışken) ünlü Red District'ten bahsetmezsek olmaz. Tabii ki burada anlatacaklarım başkalarından duyduklarım olacak mecburen :) Red District gerçekten adını kırmızı neon ışıklarından alıyorMUŞ. Müşteri bekleyen hanımefendiler sizi beğenilirlerse ardında bulundukları camları tırnkaları ile tıkırdatırlarmış. Bu hanımların camekanın ardındaki görüntüleri ve renkleri cam fanusların içindeki beta balıkları kadar çekiciymiş. Daha da ilginci tüm bu camekanlar etrafındaki gündelik hayat ile uyum içindeymiş; yan komşu terzi hanınmefendi sükunet içinde işine devam edebiliyormuş. İşin garibi bu mahallenin erkeklerden çok kadınların ilgisini çekmesiymiş.

Amsterdam'ın bence gerçek sahipleri ne bisikletçiler ne de "red district" sakinleri, ama martılar. Şehirde martılar izin verdiği ölçüde gezebilir ya da onlar istediği zaman fotoğraf çekebilirsiniz. Genelde de sadece kendilerini fotoğraflamanıza izin veriler :)

Amsterdam dansçıları


Amsterdam'da özgün yemek biraz sorun. Domuz eti ile aranız yoksa, bezelye çorbası ve türlü püre dışında fazla bir seçeneğiniz yok. Kentin tamamı pek çok Avrupa şehri gibi İtlayan usulü yemek endüstrisinin işgali altında. Diğer Avrupa şehirlerinden farkla burada ciddi miktarda Arjantin et lokantasına rastlamak mümkün. Bu arada çok da haksızlık etmeyelim; Hollandalıların müthiş bir peynir kültürü var. Şehrin dört yanındaki özel peynir dükkanlarından tadarak istediğinizi alabilirsiniz. 

Dönüş yolunda Hollandalılardan intikamımı da aldım; 400 sene evel yürüttùkleri lale sovanlarını geri getirdim :) Ama bütün seyahat boyu Coffee Shoplar dışında tek bir Uçan Hollandalıya rastlamadım. Artık Coffee Shop nedir  onu da siz öğrenin :)


Ender Şenkaya
Nisan 2013