World in my Viewfinder

7 Ağustos 2019 Çarşamba

Gürcistan'a Bir Zaman Yolculuğu

6 Haziran 2019


Şimdi Gürcistan'ın doğal güzelliklerini, yemeklerini, eski kiliselerini vb. anlatan bir blog yazısı beklemeyin. Bunlardan pek çok yerde iyi örnekler bulabilirsiniz. Sizi zamanda yolculuğa çıkartacak küçük bir seyahatten bahsedeceğim. Hazır siz Chernobyl dizisini seyretmiş ve eski Sovyet dönemine ilişkin bir anti-propagandanın etkisini üzerinizden atamamışken çıkalım bu zaman yolculuğuna. Bunu yaparken diziyi de eleştirme hakkımızı biraz kullanalım.






Gürcistan Kırsalında
Bazen plansız, günlük gelişigüzel yolculuklara çıkmak pek çok sürpriz çıkartabiliyor karşınıza. Biz de Borjomi’nin Karadenizi aratmaz yeşilliklerinin arasındaki otelimizde keyif çatıp  ünlü maden sularını kaynağına ağzımızı dayayıp içerken, içimizdeki seyahat cinini rahatsız etmiş olmalıyız ki, yakın çevremizde başka ne güzellikler olabilir diye bakınmaya başladık. Bütün gün otel tembelliği hiç de cazip gelmedi. Seçeceğimiz noktanın fotografik olarak da kıymeti olması şarttı tabii. Bu açıdan bakıldığında yaklaşık iki buçuk saat uzaklıktaki Katshki Column olarak adlandırılan Dünyadan nefret eden yalnız papazın “evi” en cazip alternatif olarak göründü.


Zaman Yolculuğuna Başlangıç
Borjomi çıkışında mecburen Tiflis-Batum yolunun yoğun yük taşıyan trafiğine giriyorsunuz. Buradan kurtulup kuzeye yöneldiğinizde Karadeniz yaylarını aratmaz pastoral bir yolculuk başlıyor. Bir ülkeyi tanımak için ana yollardan uzak durmak şart. Navigasyonumuz bizi bilerek -ya da bilmeyerek- alabildiğine çiçeklenmiş kırlar içinden götürüyor. Yaklaşık bir buçuk saat kadar sonra doku ve koku değişmeye başlıyor. Genizlere biraz is kokusu girmeye başlamışken birden etrafımızda metruk, yalnız ve terkediliş sonrası vahşi bitki örtüsünce işgale uğramış sanayi ve konut yapıları belirmeye başlıyor. Az sonra karşımıza çıkan “Chiatura” tabelası zaman yolculuğumuzun da başlangıç noktasını işaretliyor.


Doğanın Geri-İstilası
Chiatura son dönem Çarlık Rusyasında keşfedilmiş ama aslen Sovyet döneminden kalma bir madencilik şehri. Sovyet sonrası dönemde sanırım bir çivi de çakılmamış. Evinize iki hafta el sürmezseniz nasıl olur bilirsiniz. Bu süreyi 750 ile çarptığınızı düşünün, o kadar zaman öncesine ait yani, hadi 30 yıl diyelim, kolaylık olsun.  Sovyet dönemi sonrası Rusyasında yaşamış birisi olarak öyle gördüğüm her garipliğin fotoğrafını çekmemem gerektiğini bilirim. Böyle fotoğraflar çeken yabancıların gözaltında kaybolduklarına ilişkin hikaye çoktur. Hoş halen pek çok Avrasya ülkesinin “yöneticisinin” (yönetici diyelim de kibarlık olsun) heykelinin bile fotoğrafını çekseniz başınız sıkı derde girebilir. Avrasyacılığa öykünen pek çok romantik ama sığ solcu var da, onlara not olsun.


Üretim Üssü
Chiatura da bizdeki Uzun Mehmet’in hikayesi gibi bir Gürcü şair tarafından tesadüfen bulunmuş bir maden alanı. 20.yüzyıl başı Rus devrim sürecini, kendisi de aslen Gürcü olan Stalin’in yanında yer alıp, Gürcistan’ının çoğunluğunu ellerinde tutan Menşeviklere (azınlıktakiler) karşı Bolşevikler (çoğunluktakiler) tarafında yeralmış bir kent. O zamanlar günde 18 saat yeraltında çalışıp yine orada uyuyan ve günyüzü göremeyen madenciler umut olarak devrime ve ve Robin Hood benzeri bir roman kahramanına atfen “Koba” adını alan Stalin’e sarılmışlar. Devrim, işçi sınıfına pek çok haklarla gelmiş olsa da Chernobyl dizisinde de gösterilen madenci profilinde aslında az değişiklik olmuş; halen sert, başına buyruk ama en zor işlere tereddütsüz koşan eller, onların elleri. Kısa olacağını bildikleri hayatlarına o kadar da önem vermeyen insanların ölmeden mezara konmuş canları, madenciler. Kentten geçerken ciğerlerinizi dolduran manganez ve peroksit tozunun yeraltındaki etkisini hayal edebilirsiniz.


Lojmandan Madene 
Asfalt kaplaması neredeyse yok olmuş yol, patlayan su ve kanalizasyon borularından sızan sıvıların açtığı derin yarıklar arasından bizi içinde daha da az yaşam belirtisi kalmış kentin üst noktalarına doğru çıkarıyor. Kentin geneline bir nükleer afet sonrası görünüm hakim. Ama Chernobyl tarzı bürokratik bir kazadan çok Nagasaki tarzı bilinçli ve kasti bir afet gibi. Dünya’da nükleer silahları kasten kullanmış tek milletin temsilcileri, bugün eski rakiplerini yerin dibine batırmak için Hollywood’un tüm imkanları seferber edebiliyorlar. Hepimizin evine, yalan olmasa da “kısmi gerçeklik”i yalın gerçeklik olarak sokmayı başarıyorlar. Özellikle Nagasaki’yi kullandım zira, dizide inatla Chernobyl-Hiroshima karşılaştırması yapılırken, Nagasaki’den hiç bahsedilmiyor. Yani gama ışıması Chernobyl’in neredeyse 10 katı olan bilinçli katliamdan. Neo-liberalizm çöküntüye giderken, sosyalizmin dirilişinden bir korku duyulur gibi son dönemde. Hiroshima’nın yıldönümüne denk gelen bir yazıda ayrıca belirtmek istedim. Postmodern bir Tarzan dönemindeyiz tekrar. “Kurtarıcı” beyaz Batı ve geriye kalan figüranlar dünyası...


Can Taşımak
Rus prefabrik beton “sanatının” şekillendirdiği binalar Tarkovsky’nin ünlü Stalker’ini (İz  Sürücü) de aratmaz hani. Sanki filmde anlatıldığı gibi girilmesi yasak bir bölgeye gizlice sızmaya çalışan kişler gibiyiz. Tiflis havaalanından araç kiraladığımız yerel firma herhalde tipimize bakıp sıfır km bir araç vermişti. Bembeyaz aracın üzeri kısa sürede kurum ile kaplandı bile. Gıcır sedanla derin yarıkları geçerek ve bazı yerlerde kaybolarak yola devam etmeye çalışıyoruz. Kentte kullanılan iş makineleri, kamyonlar hepsi Sovyetlerin 1960’lar üretimleri. Halen çalışıyorlar. Çirkin olsalar da tipik işlevsel Sovyet tasarımları. Ama en ilginci tepemizden geçen hurda teneke kutuları andıran teleferik kabinleri. Sonradan duyduğumuza göre sadece bu kabinlerde yolculuk yapmaya gelen maceraperestler bile varmış. Eski teleferik hattı dağdaki madenlere doğrudan ulaşımı kolaylaştırmak için neredeyse lojman binalarının içine kadar giriyor. Devasa beton kütleler insanda “varolmak çalışmaktır” dışında bir düşüncenin oluşmasına izin vermemek üzere tasarlanmışlar sanki. Kabinlerin içinde hayatlarını her dönem hiçe saymaya alışmış madencilerin siluetleri yolculuk ediyor. Artık madenlerde uyumuyorlar neyse ki. Her gün hayatımıza giren binlerce üründe, onların katkısı ile üretilen metal alaşımların yeri çok.


Sovyet Durağı
Köhne yapıları süsleyen öyle öğeler var ki sanki tüm kent kabullenilmiş bir terkedilmişlik abidesi. Bugünkü Rusya’nın pek çok kentinde olduğu gibi Sovyet sembolleri yerle bir edilip, tarihi toptan hafızalardan kazıma uğraşına girilmemiş. Madencilerin "eski" devrime vefaları herkesten fazla anlaşılan.

Demiryolunun kenarına bırakılmış hurda vagonları birileri, bu makus talihe başkaldırırcasına boyamışlar, kırsal arazinin parçası haline getirilmişler. 40 bin yıl önce bile karanlık mağaraları boyayarak kendini dışa vurmaya çalışan bir türün önünde durmak, gem vurmak mümkün olabilir mi ki? Chiatura’da halen faal durumda olan Sovyet tarzı otobüs durakları görmek de mümkün. Resmi ideoloji sanatının son örnekleri. Kendini tüm Sovyet topraklarında bu durakları fotoğraflamaya adamış fotoğrafçılar bile biliyorum. Sovyet coğrafyasını düşündüğünüzde önemli bir çaba.


Pastoral
Kızılyıldız, asker, ve doğurgan kadın motifleri arasından geçip, Sovyet ideolojisince tümden ezilmeden Chiatura’dan ayrılıyoruz. Tek kare fotoğraf yok ama. Yukarıda paylaştığım fotoğrafları dönüşte cesaretimi 28-300 objektifimi çıkartacak kadar topladığımda çekebiliyorum. Dönüşte de asıl hedefimizden daha çok zamanı tekrar Chiatura’da geçiriyoruz. Birgün Moskova’da olduğu gibi tüm bu izler silinecek. Sovyet döneminden geriye fotoğraflar, kitaplar ve dedelerden dinlenilen hatıralar dışında birşey kalmayacak. Bizden de küçük bir katkı olsun o güne.



Hepinizden nefret ediyorum... 
Chiatura’nın isli büyüsünden kurtulup Katshki Column’a vardığımızda biraz buruğuz aslında. Hava da iyice ısınmış, güneş tepemizde. Sıfır aracımızı dağ başında bırakıp son birkaç yüz metre rampayı yaya olarak çıkıyoruz. Yunanistan’da Meteora’da bu tür dikit kayaçların üzerine kondurulmuş manastırlar vardır. Katskhi’de yalnız bir kilisecik var. Tek kişi zor yaşar orada. Bunu yapan papaz Chiatura’dan çok sıkılmış ve tek başına bir ömür harcamış olmalı. Bazen yalnızlığın getirdiği huzurun bedeli ağır olabiliyor.



Ender Şenkaya

Ağustos 2019